Prof.Dr.R.Eser GÜLTEKİN

Görsel

Rest.Architect & Art Historian

She was born in İzmir and after being graduated from Alsancak Gazi Elementary School and private İzmir Turkish College, she completed B.A at the Department of Architecture of Faculty of Fine Arts at Aegean University in 1977. She received pedagogy courses at the Instıtute of Social Sciences at the same university in 1978. Having completed her Master of Arts, under the auspices of Prof. Dr. M.Umit Sedaroğlu in Restoration Studies Program at Architecture Dep. of Faculty of Fine Arts at the Dokuz Eylul University, she commenced to working as a lecturer at the Faculty of Architecture of Dokuz Eylul University. Meanwhile, she completed PhD in Turkish-Islamic Art and Architecture studies at the Dep. of History of Art at Faculty of Letters of Aegean University under the auspices of Prof. Dr. Rahmi Hüseyin Ünal .
Eser Gultekin was entitled to Dr. in 1999 and to Assoc. Prof in 2006. As she was lecturing at the Faculty of Fine Arts at Dokuz Eylul University, she was nominated as ‘ Founder ’ Head of Architecture Dep. at the Faculty of Fine Arts of Akdeniz University on 9 June, 2008. She began to constitute the academic organization and finalized the appointments of academic teaching staff. She,then,initiated the academic education year in 2011-2012.

She’s done academic studies on Archeological Architecture, Sacred Architecture, Museum Architecture, Turkish-Islamic Art and Architecture, History of Architecture, Sinan the Architect and Architecture in his period, the Conservation of Cultural Inheritages, the concept of ‘ Conservation’, Architectural Conservation and Restoration, the Conciousness of Historical Environment, The Renovation and the Use of the Historical Buildings.

She knows English and German.

    HER BOOKS :
1. Ulukısla Öküz Mehmet Pasha Menzil Complex – 2000
2. Pergamum, where the history takes breath, the City to be conserved – 2004
3. The Sacred Buildings of historical Kemeraltı bazaar.2004
4. The Ottoman Period Fountains in Kemeraltı district in İzmir.2011

Yorum bırakın

Filed under Uncategorized

ESTETİK

(SANAT FELSEFESİ)

 Prof. Dr. Mustafa Ergün

  İÇİNDEKİLER

A. Estetik Konusu

 1. Felsefe Açısından Sanat

a) Sanat

1) Taklit (mimesis)2) Yaratma

3) Oyun

b) Sanat eseri

2. Estetiğin temel kavramları

a) Güzellik

1) Güzel nedir ?

2) Doğa güzelliği ve Sanat Güzelliği

3. Güzelliğin nitelikleri

Orantı ve simetri

Uyum (harmoni)

b) Güzellik- hakikat- iyi- hoş- yüce ilişkisi

Güzel ve hakikat (doğruluk)

Güzel ve iyi

Güzel ve hoş

Güzel ve faydalı

Güzel ve yüce

B) Estetiğin temel sorunlarına yaklaşımlar

1) Estetik yargıların yapısı ve özellikleri

2. Ortak estetik yargıların olup olamadığı

a) Ortak estetik yargıların olmadığını ileri sürenler

b) Ortak estetik yargıların varlığını kabul edenler

A. Estetik Konusu

  A. Estetik Konusu

“Estetik” kelimesi Yunanca “aisthesis” veya aisthanesthai” kelimelerinden gelir. Duyum, duyular, algı, duygu ile algılamak gibi anlamlar taşır. Bu kelimelerden çıkarılabilecek olan, estetiğin, duygusallığın sağladığı bilgilerin bilimi olmasıdır.

Estetiğin kurucusu Alexander G.Baumgarten’-dir (1714-1762). Ona göre mantık, düşünce ve zihne bağlı yukarıdaki bilgilerin doğruluğunu inceleyen bir bilimdi. Estetik de duyu ve duygulara bağlı bilgilerin doğruluğunu inceleyecekti. Yani estetik mantığın ikiz kardeşi veya duyulara dayalı bilgilerin mantığı olarak ortaya konmuştu.

Felsefenin içinde üç temel normatif bilim vardır. Bunlar doğruluk temeli üzerine kurulmuş Mantık, iyilik temeli üzerine kurulmuş Ahlak ve güzellik temeli üzerine kurulmuş Estetiktir. Dolayısıyla estetik duyusal alanın bütün genişliğini değil, özellikle güzel olan kısmını inceler.

 Bu nedenle, bir ara estetik kelimesi yerine güzellik bilimi veya felsefesi kavramları da önerilmiştir (J.G. Herder ve G.W.F. Hegel tarafından).

Ancak daha sonra estetiğin temel değerinin sadece güzellik olarak sınırlanmasına karşı çıkanlar olmuştur (I. Kant, Fr. Shiller, K. Rosenkranz, L. Wittgenstein gibi). Onlara göre yüce, trajik, komik, zarif, ilginç, çocuksu (naif) soylu, çekici ve hatta çirkinlik bile estetiğin inceleyeceği değerler içine girebilir.

Estetiğin araştırma alanını güzellik ve sanatla sınırlayan geleneksel anlayışa karşı, sezgi ve sezginin ifade edilmesini teklif edenler (B. Croce) pek kabul görmemiştir. Estetik bilimi gene bir sanat felsefesi olarak kabul edilmektedir.

Estetiğin kaynağı konusunda ise değişik görüşler bulunmaktadır. Esas estetik olanın estetik obje (sanat eseri) değil, onu yapan ve ona bakan kişideki psikolojik duygular olduğunu savunan psikolojik estetikçiler (Th. Lipps) vardır. Buna karşılık subjektif yaklaşımdan uzak, esas estetik olanın obje, sanat eseri olduğunu savunan fenomenolojik estetikçiler (L. Witt-genstein) vardır.

Aslında felsefi estetik bütün bunları birleştirir; psikolojik estetik (süje), fenomenolojik estetik (obje), sanat felsefesi ve estetik değerler mantığı (estetik yargı) bir bütün olarak işlenir.

 1. Felsefe Açısından Sanat

Sanat birçok bölümleri, akımları, çeşitli şekillerde uğraşanları, müzeleri, sergi ve gösteri salonları v.s. olan büyük bir sosyal faaliyet alanıdır. Resim, heykel, mimari, müzik, edebi-yat, tiyatro, sinema, fotoğraf gibi birçok dalları olan sanat, çeşitli bilimlerce incelendiği gibi felsefe açısından da incelenmektedir. Bu inceleme sık sık sanatın toplumsal, psikolojik ve teknik incelemeleriyle çakışmaktadır.

 a) Sanat

Sanatın ne olduğu konusu çağlara, toplumlara, üzerinde durulan sanat alanına göre bazı değişiklikler göstermektedir. Sanat, insani bir faaliyettir ve insanı etkileyen her şey, sanatı da etkilemektedir. Sanat, sanatçıya bağlı bir ürün olarak sanatçının kişiliğinden ve orijinalliğinden de büyük ölçüde etkilenir. Ama bütün sanat eserleri kişilerde estetik bir zevk ve heyecan uyandırır; beğenilir, takdir edilirler.

Sanat eserini diğer rastgele eserlerden ayıran unsurlar nelerdir? Bunların başında güzellik gelir. Daha sonra da tartışılacağı üzere, güzelliğin tanımı oldukça zordur. Güzelliğin yanı sıra bir sanat eserinde yüce olma, haz ve hoşa gitme duygusu uyandırma, doğru ve iyi olma, faydalı olma, bir amaca hizmet etme, insanın orada kendi ruhundan, heyecanlarından bir şeyler bulması gibi özellikler de aranmaktadır.

Sanatı daha iyi anlayabilmek için, filozofların sanat faaliyetini nasıl değerlendirdiklerine kısaca bakmak gerekir. Sanatın kökeninin, kaynağının ne olduğu konusunda çeşitli görüşler vardır ve bunlardan bazıları şöyle özetlenebilir:

 1) Taklit (mimesis)

Sanatın esasının taklit olduğunu savunan ilk düşünür Aristoteles’tir (M.Ö. 384-322).

Aslında Platon (M.Ö. 427-347)’nun eserlerinde ve felsefesinde de, her şeyin aslının idealar dünyasında bulunduğu, bu dünyadakilerin hepsinin onun iyi ve kötü taklitleri olduğu şeklinde bir görüş vardır. Aristoteles ise insanda bir taklit (mimesis) yeteneği ve hazzının bulunduğu-nu, sanatçının olayların ve varlıkların özündeki ideali, fikri taklit ettiğini söyler. Sanatçı, âdeta tabiatın eksik bıraktığı şeyleri tamamlar.

Estetiği bağımsız bir bilim haline getiren Alman filozof Alexandre-Gottlle Baumgarten’e göre de evrende madde ve ruh öylesine âhenkli bir şekilde birleşmiş ve kaynaşmıştır ki, sanatın ve sanatçının amacı tabiatı taklit olmalıdır.

Maddeci estetikçilerden H.Koch’a göre ise, sanat, özel bir gerçekliği yansıtma biçimidir. Ancak bu yansıtma biçimini toplumsal değerler belirler.

Belki bazı sanat dallarında, meselâ resimde, heykelde, tiyatroda taklidin daha fazla yer aldığını, ama mimari, edebi sanatlar gibi alanlarda hayal gücünün taklidi aştığını söylemek daha gerçekçi olur.

Zaten eski Yunan düşünürlerinden Philostratos taklidi ikinci plana atarak hayal gücü ve yaratma ilkesini savunmuştur. Hayal gücü taklitten daha kuvvetlidir. Eski Yunan Tanrılarının heykellerini yapanlar onları görerek yapmamışlardır.

Alman filozofu G.W.Fr. Hegel (1770-1831) de tabiat güzelliğini reddederek sanat güzelliğini tabiat güzelliğinden üstün tutar. Fr.W.-J. Shelling (1775-1854) de sanatı tabiatın taklidi sayanlara karşıdır. Sanatçı, yaratıcı Tanrının ruhunu bilinçsizce izler; onun yaptıklarını taklit etmez, tabiatı canlandıran Tanrısal ruh gibi o da yeniden, orijinal olarak yaratır, kullandığı eşyaya can verir.

Taklit; resim, heykel gibi bazı sanatların vasıtası olabilir ama birçok sanatlarda vasıta bile olamaz. Kaldı ki, birçok fotoğrafta, plastik ve balmumundan yapılmış gerçeği aynen taklit eden eserlerde bir sanatçı ruhu, bir estetik heyecan duyulmuyor. Tiyatroda izlenip alkışlanan birçok cinayet sahnesi gerçek hayatta aynı beğeniyi bulur mu? Sanat eseri, gerçeğin yalın bir taklidinden çok daha farklı bir şeydir.

2) Yaratma

Tabiattaki varlıkların ve olayların doğrudan kendileri bir sanat eseri sayılmazlar. Doğal şeylerin bir sanatçı tarafından işlenmesi ve düzenlenmesiyle bir sanat eseri ortaya çıkar. Sanat, doğanın aynen yansıtılması değildir; nasıl bilim varlıkları ve olayları çözmeye ve formüle etmeye çalışıyorsa, sanat da varlıkları ve olayları anlamaya ve bilimden farklı bir şekilde anlatmaya yönelmiştir. Burada kimi sanatçı resmi, kimi heykeli, kimi müziği, kimi edebi sanatları kullanır. Ama her sanatçı gerçeği anlatırken kendi tekniğini, kendi ruhunun yaratıcılığını ortaya koyar. İhtimal ki, bir şey ortaya koymaya çalışırken kendi ruhunun derinliklerindeki güzellik ideali ona yol gösterir.

Sanatçıda yaratıcılığı yönlendiren, onun hayal gücüdür. Reel varlıklar ve olaylar onun hayal gücü ile birleşerek unutulmayan sanat eserlerine dönüşebilir. Bu arada gerçek varlık ve olayların bazı yönleri kırpılıp atılır, bazı yönleri sanatçının orijinal yaratması, hem ele aldığı konular, hem kullandığı malzeme, hem işleme tarzı ile onun kendine has üslubunu ortaya koyar.

Çoğu filozof, gerçek sanatçıları bir deha olarak kabul eder. Sanat eserleri de, bu dehanın çevredeki olayları ve varlıkları kendi ruhlarındaki hayal gücü ile işleyerek değerlendirmeleri sonunda ortaya çıkar. Sanat, insanın iç dünya-sının eseridir ve büyük ölçüde bireyseldir. Ama bütün diğer insanların iç dünyasına da hitap ettiği için kısa sürede toplumsallaşmaktadır.

Hegel’e göre sanat, maddeye sokulan ve maddeyi kendine benzeten sanatçının ruhudur. Bu yaratıcı ruh, heykelde ve mimaride maddeye çok bağımlı iken, resimde maddeye tamamen hâkim; edebiyatta ve müzikte ise maddeden âdeta kurtulmuş bir haldedir.

Sanat; fikirleri, hayalleri çeşitli şekillerde çeşitli boyutlarda gerçekleştirme hareketidir.

Ama bilimsel ve teknolojik buluşlar bir sanat eseri sayılmazlar. Çünkü çoğu kez sanatın yol gösterici ışığı olan güzellik ve beğenilme değerlerinden yoksundurlar.

Karl R.-E. van Hartmann (1842-1906) sanatı bir somut idealizm olarak nitelemiş; bunun temelinde de güzel idealinin bulunduğunun savunmuştur.

George Santayana (1863-1952) ve John Dewey’e (1859-1952) göre de sanatsal yarat-ma, kişinin çevresiyle etkileşiminden çıkar. Sanatçıda bir kişilik, hayal gücü, bilgi, çevrede çeşitli şekiller, olaylar, sesler, malzemeler… Dolayısıyla çevre sanatçıyı besler, sanatçı çevreyi değiştirir.

Resim ve heykelde antik Yunan, Roma ve hat-tâ Rönesans sanatçıları klasik taklit sınırları içinde görünüyorlar. Romantizm ve Realizm sanat akımlarına mensup olanların eserlerinde de tabiattaki varlıklar ve olaylar gerçeğine yakın bir şekilde taklit edilmeye çalışılıyordu. Ama biçimden ziyade renk peşinde koşan izle-nimciler, insanın bilinçaltını dışa vurmaya çalı-şan ekspressiyonistler, gerçeklerden kaçıp “gerçek üstü”ne ulaşmaya çalışan sürrealistler, edebiyat alanında da temsilcilerini çok bağımlı iken, resimde maddeye tamamen hâkim; edebiyatta ve müzikte ise maddeden âdeta kurtulmuş bir haldedir.

Sanat; fikirleri, hayalleri çeşitli şekillerde çeşitli boyutlarda gerçekleştirme hareketidir.

Ama bilimsel ve teknolojik buluşlar bir sanat eseri sayılmazlar. Çünkü çoğu kez sanatın yol gösterici ışığı olan güzellik ve beğenilme değerlerinden yoksundurlar.

Karl R.-E. van Hartmann (1842-1906) sanatı bir somut idealizm olarak nitelemiş; bunun temelinde de güzel idealinin bulunduğunun savunmuştur.

George Santayana (1863-1952) ve John Dewey’e (1859-1952) göre de sanatsal yarat-ma, kişinin çevresiyle etkileşiminden çıkar. Sanatçıda bir kişilik, hayal gücü, bilgi, çevrede çeşitli şekiller, olaylar, sesler, malzemeler… Dolayısıyla çevre sanatçıyı besler, sanatçı çevreyi değiştirir.

Resim ve heykelde antik Yunan, Roma ve hatta Rönesans sanatçıları klasik taklit sınırları içinde görünüyorlar. Romantizm ve Realizm sanat akımlarına mensup olanların eserlerinde de tabiattaki varlıklar ve olaylar gerçeğine yakın bir şekilde taklit edilmeye çalışılıyordu. Ama biçimden ziyade renk peşinde koşan izlenimciler, insanın bilinçaltını dışa vurmaya çalışan ekspressiyonistler, gerçeklerden kaçıp “gerçek üstü”ne ulaşmaya çalışan sürrealistler, edebiyat alanında da temsilcilerini bulan sembolistler, Picasso’da zirveye çıkan geometrik kübizm v.s. sanatta taklitten ziyade yaratıcılığı ön plana çıkardı. Özellikle fotoğraf ve film teknolojisindeki gelişmelerle, bilgisayarın ses ve görüntü işleme tekniklerinin gelişmesi bir montaj sanatını ortaya çıkardı. Dada’cıların resimde bir tahta çizip onu boyama yerine oraya gerçek bir tahta çakma gibi sanatı tekrar reelleştiren girişimleri eskide kaldı. Şu anda teknolojideki gelişmeler bir taraftan bilgisayarlar ve özel film teknikleriyle hareketli görüntüler üzerinde birçok değişiklikler sağlayan op-art ve çeşitli nesnelerin birleştirilmesiyle yeni kompozisyonlar elde eden pop-art, çağdaş sanatçıyı yaratıcılıkta yeni boyutlar geliştirmeye zorluyor.

3) Oyun

Bazı filozoflara göre, sanatın kaynağı eğlence ve oyundur. İnsanlar zorunlu ihtiyaçlarını karşıladıktan sonra amaçsız olarak, hoşa giden bir takım oyun faaliyetlerinde bulunurlar. Bu tür, hem bedeni dinlendirir hem hoşa gider. Bu tür faaliyetlerin bir sonraki adı, kendini süsleme ve yakın çevresini hoşa gidecek, beğenilecek bir şekle getirmedir. Charles Bordele’e göre sanat böyle ortaya çıkmıştır. Bilim nasıl akılla deney-den çıkmışsa, sanatlar da hayal gücü ve oyundan çıkmıştır. E. Groesse de sanatın, amacı kendinden olan bir faaliyet olduğunu, insanın bütün kuvvetini çeken ve kullanan bir oyuna benzediğini söyler.

O halde oyun sanatın kaynağı olmaktan ziya-de, insanın haz duyarak yaptığı özgürce bir davranış olarak sanat faaliyetine benzemektedir.

Shiller de, ‘sanatın kaynağı oyundur’ demekten ziyade gerçek estetik dünyanın oyun dünyası olduğunu, insanın sadece oyunda gerçek insan olduğunu, özgür davranmanın, hayal gücünü gerçekleştirmeye çalışmanın orada mümkün olduğunu ve bu faaliyetin sanata yakın olduğunu anlatır. Ancak başlangıçta kendiliğinden ve tamamen özgürce olan oyun faaliyetinin zamanla durulduğu, bir takım kurallara bağlandığı, iyice sembolize edildiği görülür. Oyun kısa sürede gerek ritmik hareketleriyle gerek müzik ve giysileriyle taklidin etkisine girer. Oyun iç-güdüsü taklit tarafından kontrol edilmeye başlanır. Ama oyun faaliyeti daha sonra gerek dansta, müzikte gerekse plastik sanatlarda ve resimde görüldüğü gibi, diğer sanatsal çalışmaların kaynağını oluşturmuştur. B. Croce, “Sanat, oyun değilse de o türden bir faaliyettir” demektir. Çünkü sanatın özü ve amacı oyundan oldukça farklıdır. Sanat yalnız taklit etmez; değiştirir ve yaratır. Bu değiştiricilik ve yaratıcılığın arkasında o çok takdir edilen sanatçı özgürlüğü vardır.

Kant, Shiller, Grant Allen, Spencer gibi düşünürler tarafından desteklenen oyun teorisi bazıları tarafından eleştirilmiştir de. Bunlara göre oyun fizyolojik ve sosyolojik bir yansımadır ve hiçbir iz bırakmadan kaybolabilir. Oysa sanatla, sanatçının hayal gücü, tekniği, aklı sanat eserinin yapıldığı madde üzerine işlenir ve yüzyıllarca devam eder. Toplumlar ve gelenekler değişince oyunlar değiştiği halde, sanat eseri yaşar. Hatta belli toplum yapısında sanat-çının yaratıcılığı devam eder.

Oyun teorisi, güzel sanatların daha ziyade tiyatro ve gösteri sanatları (spor dahil) ilgili alanlarındaki faaliyetler için değerlendirilirse uygun olur.

Bazıları oyun ve haz duygusunu sanatın kaynağı sayarken, bazıları da bunları bir amaç olarak ortaya koymuştur.

b) Sanat eseri

Aslında bir sanat eserini meydana getiren, daha doğrusu sanat olgusunu çıkaran üç unsur vardır: Sanatçı, sanat eseri ve sanat eserini anlayıp takdir eden kişiler (alımlayıcı).

Sanat eserini meydana getiren kişilere sanatçı, sanat eserine estetik obje, sanat eseriyle estetik ilgi kuran kişilere de estetik süje denilir.

Sanatçıyı diğer insanlardan ayıran, onun kişiliğidir. Onun hayal kurma gücü, duyarlığı, duygululuğu, çağrışım zenginliği, gerilim sürekliliği ve sabrı gibi özellikleridir.

Sanatçı doğada gördüklerini gerek şekil, gerek renk, ses ve gerekse anlatım olarak aynen taklit eden kişi değildir. Onun görüşü başkadır, seçişi ve anlatışı başkadır. Sanatçı yansıtan değil, yaratan kişidir.

Bazı kişiler sanatın bireyselliğine, psikolojik özellik ve güçlerine önem vermişler; sanatçıları olağanüstü kişiler olarak nitelemişler; hatta bazıları sanatçıları insanüstü kişiler ve dâhiler olarak görmüşlerdir. Ama bazıları da onların üzerinde çevrenin etkisini, toplumun ve eğitimin etkisini vurgulayarak, onları, çevrenin değişik bir aynası olarak görmüşlerdir.

Sanat eserleri, sanatçıların ortaya koydukları estetik objelerdir. Bir heykel, bir tablo, bir beste, bir bina, bir şiir, roman v.s. sanat eseridirler. Sanat eserlerinde, onları estetik obje haline getiren bazı özellikler vardır. Biz buna estetik değer diyoruz. Yani eğer bir eserin estetik bir değeri varsa, o eser sanat eseri olabilir.

Sanat eseri deyince, sanatın bütün alanlarında verilmiş ve estetik değeri olan eserleri saymak gerekir.

Belli başlı sanat alanları ise şunlardır:

• Resim, grafik ve plastik sanatlar

• Müzik

• Mimarlık

• Edebi sanatlar, roman, hikâye, şiir, tiyatro eserleri

• Sinema – Tiyatro sanatları ve dans

 Verdiği eserler bakımından sanat ile zenaatı da birbirlerinden ayırmak gerekir. Zenaat, faydaya dayalı ürünler ortaya koymaya denir. Sanatta faydadan ziyade sanat kaygısı egemendir; belli bir menfaat sağlamak amacıyla yapılan eserler daha ziyade zenaat eserleridir.

Bir sanat eserinin estetik değer kazanabilmesi için, hiçbir çıkar düşünmeden o objeden haz duyan ve onu takdir eden estetik süjelerin bulunması gerekir. Güzel bir tablo karşısında duygulanmayan, çok güzel bir konseri, bir tiyatro oyununu alkışlayamayan, güzel bir şiir-den ruhu kıpırdamayan kişiler karşısında sanat eserinin bir değeri yoktur. Bazı estetikçiler, esas estetik olayın insanların ruhunda meydana gelen özel duygular olduğunu iddia ederler. Aşık Veysel’in “Güzelliğin on para etmez. Bu bendeki aşk olmasa” dizelerinde olduğu gibi.

Şurası bir gerçektir ki, sanatçının ve sanat eserlerinin gerçek değerini bulabilmesi için, insanların temel güzel sanatlar alanında bilgilendirilmesi ve eğitilmesi çok yararlı olacaktır.

 2. Estetiğin temel kavramları

a) Güzellik

Estetiğe bazıları “Sanat felsefesi” demesine rağmen “güzellik felsefesi” diyenler de çoktur. Dolayısıyla bugün estetiğin en temel kavram, güzelliktir.

Güzellik, çağdan çağa, toplumdan topluma ve insandan insana, hatta insanın yaşına, mesleğine, içinde bulunduğu sosyal ve psikolojik duruma göre değişen bir değerdir. Zaten insan gerçek bir dünyada kendi koyduğu, yaygın kabul gören değerleriyle yaşar. Bilgilerimizi düzenleyen doğruluk değerleri, ahlâkımızı düzenleyen iyilik değerleri ekonomimizi ve pratik hayatımızı düzenleyen yararlılık değerleri ve estetik hayatımızı düzenleyen güzellik değerleri vardır. Bu değerleri ortaya koyan, bir şeyi iyi, güzel yapan insandır.

1) Güzel nedir?

Felsefede güzellik Platon ile başlamıştır. Ona göre güzel (tokalon), mutlak ve öz olarak idea-lar özlemindedir, Tanrı katındadır. O güzellik her zaman ve her yerde geçerli olan mutlak güzelliklerdir; zaman ve mekân dışıdır. Bu değişmeyen güzellikler bu dünyada maddelere şekil verirler; ama madde zayıf ve kararsız olduğu için, her şeyin aslı olan o güzellik ideleri varlıklara tanrı olarak yansıyamazlar ve maddi güzellik bozulunca da o güzellik kalmaz. Yani güzellik varlıklarda ve olaylarda değil, onlara yansıyan idealar âlemindedir.

Plotinos ise güzelliği ikiye ayırmaktadır: Bunlardan birisi nesnelerdir ve bunlar güzellik ide-sinden pay aldıkları oranda ve sürede güzel-dirler. Diğerleri ise özü gereği kendiliğinden güzeldirler (erdem gibi). Plotinos beden güzelliğinden başlayarak temizlene temizlene Tanrı güzelliğine giden mistik bir yol çizer. Aristoteles’e göre güzellik âhenktir, uyumdur. Bir bütünü meydana getiren unsurlar birbiri ile uyumlu ise, o şey güzeldir. Tabi burada simetri, orantı, tam uyum (precision) sınırlılık gibi fak-törler geçerlidir ve Aristoteles güzelliği âdeta matematik olarak değerlendirir.

Alman filozoflarından I. Kant, güzeli bir estetik değer olarak hoş, iyi doğru ve yararlıdan ayıra-rak, sanat güzelliği ile tabiat güzelliği farkını ortaya koymaktadır. Tabiat güzelliği tabiatın bir maddede amacına ulaşmasıdır; bunun belli kuralları vardır. Sanat güzelliğinde ise çoğu kez amaç, kural yoktur; hoşa gitme ve ruhtaki estetik duygu esastır.

Fr. Shiller’e göre de güzelliğin bir duyusal bir de akli yanı vardır. Güzellik, aklın, duyuların şekillenmesidir. İnsandaki oyun içtepisi, akılda-ki biçim içtepisi ile duyulardaki yaşama içtepi-sini güzellik şeklinde birleştirir.

Alman idealistlerinden Shelling’e göre de subjektif ve objektif zıtlıklarının kalktığı bir eserde yansıyan şey güzelliktir.

Hegel’de ise güzellik tekrar bir “ide” seviyesine yükselir. İde, hem doğru hem de güzeldir. Güzellik idesi kendisini sanat eserlerinde gösterir.

Th. Vischer, estetiği “güzelin bilimi” olarak al-makta ve güzeli de “idenin görünüşe çıkması”, duyular tarafından algılanır hale gelmesi olarak tanımlanmaktadır. İde ile görünüşü arasındaki uyum güzeli, uyumsuzluk ise çirkinliği ortaya çıkarır. Vischer, tabiat güzelliğini de bir güzellik olarak kabul eder ve hatta sanatı; tabiatın objektif güzelliği ile insan hayal gücünün subjektif güzelliğinin birleşmesi olarak tanımlar.

Varoluşçu (existansiyalist) filozoflardan Martin Heidegger’e göre ise, güzellik “varlığın aydın-lanmasıdır, doğruluktur.” Ancak bu doğruluk, mantıksal doğruluk değil, gerçek doğruluktur; varlıkların içindeki doğruluktur. Varlıkların gizli olan yapısını herkesin görebileceği şekilde açığa çıkarmak, güzeli ortaya koymaktır.

Yukarıdaki gibi, güzeli bir “ide”, bir ülkü olarak alan metafizik güzellik anlayışlarının yanında, güzeli psikolojik olarak alıp değerlendirenler de vardır. Th. Lipps, güzeli bir insanın haz duyduğu, kendisini özgür hissettiği biçim olarak algılıyor. Oysa fenomenciler bunu kabul etmiyorlar. Onlara göre güzellik, seyredene bağlı olmayan, güzel olan varlığın yapısında temellenen bir özelliktir. Güzel bir şey, onu güzel gören olmasa da güzeldir. Güzellik ide de değildir, gerçeklik de; güzellik gerçeğe dayanır ama onun aşar. N.Hartman, güzelliğin genel ve tümel bir metafizik varsayımdan çıkartılması yerine güzel varlıklardan, ontolojiden çıkartılması gerektiğini söyler.

2) Doğa güzelliği ve Sanat Güzelliği

Natüralistlere göre bir doğa güzelliği vardır ve bu, sanat için bir model, bir örnek olmalıdır. Sanat, ancak doğayı taklit (mimeris) olabilir. Dolayısıyla doğa güzelliği sanat güzelliğinden önce gelecek ve ona kılavuzluk edecektir. Aristoteles’e göre de, sanatın objesi doğadır.

Ancak doğa her zaman güzel değildir ve bazı çirkin ve feci doğa manzaraları sanat eserleri-ne yansıtıldığında orada güzel olabilir. Impressionist sanatçılar, doğa güzelliğinin sanat için önemsiz olduğunu vurgulamak için çirkinliklerin resimlerini yapmışlardır.

Kant, Hegel, Croce, Lukacs gibi düşünürler doğa güzelliği ile sanat güzelliğini birbirlerinden ayırmışlardır. Hegel’de sanat güzelliği doğa güzelliğinden üstündür. B.Croce’de konuyu estetik bakış açısından ele alır. Genelde doğa güzelliği estetik dışı bir şeydir; ama onun hoşa giden, bize zevk veren yönlerini bir estetik obje olarak görüyorsak, o doğa parçası güzeldir. Yani güzelliğin kaynağı doğa ve madde dün-yası değil, insanın kendi iç dünyasıdır. Çünkü insan çevreye bakarken bir hayvan gözüyle bakmıyor; onun psikolojik durumu, yaşı, mesleği, ümitleri, hayalleri v.s. bakışa etki etmekte, onun güzel güzel veya çirkin görmesini etkilemektedir.

İdealist estetiğe göre, sanat güzelliği doğa güzelliğinden üstündür ve onu konu aldığında yüceltir. Buna karşı olan natüralist ve materyalist estetik görüşüne göre ise, güzellik her şeyden önce organik hayatın içinde, doğa-dadır. Sanat eseri doğaya dayalı olmalıdır. Ancak güzellik üretim ilişkileri içinde oluşan toplumsal bir değerdir.

Resimde romantizm akımının büyük ustası E. Delacroix (1798-1863) “biz romantik olduktan sonra dağlar güzelleşti” diyor. Buna benzer şekilde Kant da “doğa, bir sanat esri olarak görüldüğü zaman güzeldir”, demektedir.

3. Güzelliğin nitelikleri

Güzelliğin objektif ve subjektif nitelikleri vardır. Subjektif nitelikler kişiden kişiye, toplumlara ve yüzyıllara göre değişebileceği için, burada kısaca objektif nitelikler üzerinde durulacaktır. Objektif nitelikleri de içsel ve dışsal olarak ikiye ayırmak mümkündür. İçsel nitelikler şunlardır:

• Bir eserin güzel olması, onun temsil ettiği ideyi yansıttığı oranda artar. Güzel bir şey, idesine, özüne, kavramına uygun olan şeydir.

• Güzel eser, temsil ettiği şeyin tipine bir bütün olarak uygun olmalıdır. At hörgüçlü olmaz, çınar ağacı çam yaprakları taşımaz. Yetkin olmayan, tam olmayan şeyler güzel değildir.

• Bir şeyin güzel olabilmesi için canlı ve anlatım gücü yüksek olmalıdır.

 Güzelliğin dışsal – biçimsel nitelikleri de şunlardır:

• Orantı ve simetri: Özellikle güzelliğin matematik olarak belirlenmesi sırasında karşımıza çıkan ilk orantıdır. Güzel, unsurların orantılı olarak birleşmesidir. Orantısız şey güzel olamaz. Platon’a göre güzellik, doğru orantıdan başka bir şey değildir. Aristo-teles’te ise güzel, düzene ve büyüklüğe dayanır. Eskiden beri sanatçılar ve filozoflar tüm güzellikleri açıklayacak büyülü bir matematik formül aramışlar ve bunun “altın kesit” orantısında bulmuşlardır.

 Orantıya bağlı olan güzelliğin bir başka niteliği simetridir. Güzel olan bir bütünün parçaları arasında ölçüye dayalı bir düzen vardır. Doğadaki güzellik büyük ölçüde simetriye bağlıdır. Canlıların bedeni sağ ve sol olarak simetriktir. Sanat eserlerinin de güzel olarak algılanmasında simetri çok önemlidir.

• Uyum (harmoni): Bütün güzellikler için, parçaların uyumlu birleşmesi önemlidir. Hem hareketli hem de hareketsiz bütünlerde uyum önemlidir. Zaten uyum olmaz ise güzellik de kalmaz, bütün de. Sanatçı, evrendeki ve varlıklardaki gizli uyumu yakalayıp onu eselerinde yansıtmak ister. Güzellik, bir varlıkta karşıtların gerilimine dayanan bir uyumdur. Evrendeki bu uyum sanat eserlerine de yansırsa, onlar da güzel olur. Harmoninin, temelinde çoklukta birlik bulunur. Evrende her şey çok ve karmaşık gibi görünür. Ama çoklukta birlik sağlanınca bir uyum, bir güç, bir güzellik ortaya çıkar.

 b) Güzellik- hakikat- iyi- hoş- yüce ilişkisi

Filozof ve estetikçiler güzeli tanımlarken, ger-çek, faydalı, iyi, hoş, yetkin, latif, yüce gibi nitelikler kullanırlar. Güzellik, bazen bunlarla karıştırılır, bazen bu kavramlarla sıkı sıkıya bağlanır. Güzel ile bu kavramlar arsındaki benzerlik ve farklar nelerdir?

Güzel ve hakikat (doğruluk)

Eserlerin fikirlere ve özlere uygun olması, onun doğruluğunu gösterir. Doğru ve güzel, bir bakı-ma özdeştir. Boilau “hiçbir şey doğrudan daha güzel değildir” diyor. Mistik idealistler, güzelliği, Tanrısal doğrunun yansıması olarak görürler. Platon’da, Hegel’de doğa ve sanat eserleri ideyi yansıttığı ölçüde güzeldir. Realistler de, sanat eserinin gerçeği doğru olarak yansıttı-ğında güzel olduğunu söylerler.

Oysa doğru ve güzel aynı şeyler demek değildir. Doğru, akla hizmet eder, genel ve soyuttur. Oysa güzel, duygularımıza ve hayal gücümüze hitap eder ve somuttur. Bazı doğruluklar güzeldir, ama bazıları hayranlık, heyecan ve coşku uyandırmadığı için güzel bulunmazlar. Matematikteki, fizik ve kimyadaki birçok doğru ile güzel arasında ne bağlantı vardır? Bazen doğrulukla ilgisi olmayan, hayal gücü ile yapılan eserler güzeldir. Doğruluk bir mantık yargısı, güzellik ise bir değer yargısıdır. Bilimsel doğrulukları ve sanatsal güzellikleri anlamak için ayrı ayrı eğitim gerekir.

Güzel ve iyi Sokrates, Platon, Aristoteles, Descartesçı ve Kantçı filosoflar, ahlâkçı filosoflardır. Bunlar güzel ve iyi arasında doğrudan bir bağlantı kurarlar. Güzellik; doğruluk, dürüstlük ve iyiliktir. Güzel iyidir ve iyi güzeldir (kalo-kagathia). H. Pierren “güzel, iyinin bir başka adıdır” diyor. Ahlâkçı düşünürler sanatla ahlâkı birleştirip, güzelle iyinin özdeş olduğunu savunuyorlar. J. M. Guyau’ya göre, iyi daima faydalıdır, faydalı daima güzeldir; bu itibarla iyi de güzeldir. Shaftesbury’ye göre de orantı ve düzenin olduğu yerde güzellik, güzelliğin olduğu yerde er-dem ve iyilik vardır.

Oysa daha yakından incelendiğinde, güzel ve iyinin böyle iç içe girmediği görülür. Güzellik ve iyilik kişiden kişiye, toplumdan topluma değişen değerlerdir ama, iyilik daha değişkendir. Bir kişi için iyilik olan bir davranış, onun rakibi için kötülüktür. Belli bir durumda iyilik gibi gözüken bir hareket başka bir durumda kötülük olabilir.

İyi amaçlıdır, faydalıdır; güzelin ise her zaman amaçlı ve faydalı olduğu söylenemez. İyilik akılla, güzellik genellikle sezgiyle anlaşılır. İyiliğin belli yasaları, bağımlılıkları vardır; güzellik ise özgürlüktür. Ahlâksal iyi her zaman sem-patik ve çekici değildir; güzel ise insanları çeker ve heyecanlandırır. Bir sanat eserindeki çıplak bir poz ahlâk bakımından kötü olabilir, ama güzel olması mümkündür. Güzel, herkesindir; herkes güzellikler üzerinde birleşebilir ama iyilikler genellikle çıkarlara ve durumlara göre değişir.

Güzel ve hoş

Güzelin, hoşumuza gittiği için güzel olduğunu düşünürüz. Hoşluk ta aklımızla değil, güzellik gibi, duygularımızla ilgilidir. Hoşumuza giden şey, haz ettiğimiz şeydir. Haz ve hoşluk güzel üzerinde yoğunlaşmış gibi gözükür. Ancak güzeli, haz veren ve hoşa giden eserlere indirgemek doğru olur mu?

Güzel eserler hoştur, kişiye haz ve keyif verir. Ama bu her zaman böyle olmaz. Her zaman bize hazlık ve hoşluk veren bir eser, bir durum güzel olamaz. Belli bir durumda hoşumuza giden şey, durum değiştiğinde hoşluğunu kaybeder. Hoşluk ve haz peşinde koşan, bazen alçaltıcı durumlara düşebilir. Oysa güzel tutku-su insanı büyütür, yüceltir, asilleştirir. Güzel, bizi sürekli kendine çeken bir güçtür, kuvvettir. Haz ve hoşluğun çekim süresi ise fazla değildir.

 Güzel ve faydalı

Antik Yunan filozofları güzel ve faydalı olma problemini tartışmışlar; güzeli faydalı ve kulla-nışlı olma ile tanımlamışlardır. Faydalı olan güzel, güzel olan iyi ve aynı zamanda fayda-lıdır.

Oysa Kant, güzel ve iyiyi birbirinden ayırınca, güzel ile faydalı arasındaki bağlar da kopmuş-tur. Su faydalıdır ama, suyun güzel ve faydalı olduğu durumlar aynı değildir. Bir yerde gör-düğümüz güzel bir çocuğun bize faydası yok-tur. İçi sebze ve meyvelerle dolu bir bahçe faydalı, ama içinde sebze ve meyve olmayan bir park daha güzeldir. Güzel daima güzeldir; ama faydalı geçicidir.

Tıpta kullanılan ilaçlar ve bazı tedavi yöntemleri faydalıdır, ama güzeldir denemez.

Bazı düşünürler güzel ve faydalı arasında bir bağlantı kurulamayacağını, bunları birbirine karıştırmamak gerektiğini, daha doğrusu fayda ve çıkarın sanatı bozacağını iddia etmişlerdir. Hattâ Schiller ve Spencer gibi düşünürler güzel ile faydalının birbirine aykırı olduğunu savun-muşlardır.

Ancak insan giderek teknik bir çevrede yaşamak zorunda kalmaktadır. İnsan mademki doğal güzelliklerden uzak, teknik adamların yaptı-ğı âletlerle, onların oluşturduğu ortamlarda yaşayacaktır, öyleyse bu çevrenin hem yararlı hem de güzel olması gerekir. Zaten çağdaş hayatta da bir taraftan desinatörlük, çevre düzenleme, bir taraftan ergonomi gibi bilgi alanları teknik âletlerin ve ortamların hem faydalı hem de güzel olmasına çalışmaktadırlar.

Güzel ve yüce

Estetikçiler tarafından yüce ve yücelik de, güzellik gibi bir estetik değer olarak inceleniyor. Sanat eserlerinde güzel ve yüce ideleri her zaman bir arada bulunabilir mi? Her zaman değil. Hem güzel hem yüce olan bazı sanat eserleri vardır; ama her zaman güzel olan yüce, yüce olan da güzel olmaz.

Yüce genellikle büyük ve sınırsız, insanı ezen, kontrolü altına alan olaylar ve varlıklardır. İnsan ıssız bir çölde tek başına kaldığında, bir fırtınaya tutulduğunda, gece yıldızlı gökyüzünü seyrettiğinde, muhteşem bir mimari eserle karşılaştığında “yüce” duygusuna kapılır. Bazı büyük insanlar yüce olarak değerlendirilir. Bizi aşan, hayran bırakan büyüklük ve kuvvetlere yüce deriz ve bunlar güzeli aşarlar. Yüce, güzelden daha güçlü, korkutucu, ürkütücü olabilir. Yüce olan bazı şeyler güzellik taşır, ama bazıları taşımaz.

Bu benzerliklerin dışında güzel ve ahenk güzel ve lüks, güzel ve latif gibi ikililerin de bazen birbirleriyle yan yana durduğu ve birlikte değerlendirildiği görülmektedir. Ancak bunlar da her zaman güzelle birlikte olan unsurlar değildir.

 B) Estetiğin temel sorunlarına yaklaşımlar

 1) Estetik yargıların yapısı ve özellikleri

Yargı, var olan ve olmayan doğru veya yanlış olan şeyler üzerinde ileri sürülen ifadelerdir. Felsefe tarihinde Aristotales ve Kant, yargının üzerinde en çok duran düşünürlerdir. Yargıları birçok şekilde sınıflandırmak mümkündür. Ama burada incelediğimiz konu bakımından yargıları bilgisel (cognitive) ve estetik yargılar olarak ikiye ayırabiliriz.

Bilgisel yargılar, doğru-yanlış mantığına göre incelenebilecek objektif yargılardır. Oysa este-tik yargılar subjektiftir ve doğru-yanlış mantığı ile değerlendirilemez. Felsefe tarihinde I. Kant ve L. Wittgenstein, estetik yargıların mantığını kurmaya çalışmışlardır. Daha doğrusu estetik bilimini, bir estetik yargılar mantığı olarak geliştirmişlerdir.

Estetik yargılar bilgiler gibi kavramlara değil insanların duygularına bağlıdır ve mantıksal kurallara bağlanamaz. O, insanların duyarlık, zihin ve hayal güçlerinin özgür ve uyumlu bir oyunu içinde ortaya çıkar.

Estetik yargı, bir ahlâk veya bilgi yargısı değildir. Onlar gibi objektif değil; haz duyma ve duy-mamaya dayandığı için subjektiftir. Estetik yargı, çıkar elde etmeye, kullanmamaya yönelik değil, sadece seyredip beğenmeye bağlıdır.

Estetik yargıları daha iyi anlayabilmek için, kı-saca onun özelliklerine bakmak gerekir.

􀂾 Estetik yargılar bireyseldir. Herkes beğeni-sini hür olarak değerlendirip ifade eder. Bu beğeni, kişinin duygularına bağlıdır ve tamamen özeldir.

􀂾 Estetik yargılar subjektiftir. Renkler, şekiller, sesler kişiler tarafından farklı değerlendirilmiştir. Hoşa gitme ve güzel bulma olayları mantıksal yargılar gibi değerlen-dirilemez. Kimse kendinin güzel bulduğunu başkalarının da güzel bulmasını bekleyemez. Çünkü bu yargıların subjektif (kişiye has) olduğu baştan kabul edilir. Ancak burada bir yargı anarşisine de düşülmemelidir.

􀂾 Estetik yargılar ortaktır. Estetik yargıların şartsız bir zorunluluğu yoktur. Ancak bu yargılar, sadece duyu hoşlanmasına dayanan, hiçbir prensibe dayanmayan, tama-men keyfi olan yargılardan da ayrılmalıdır. Sanat eserlerini değerlendirmede pratik bir zorunluluk ta vardır. Özgür olarak hüküm veren insanlar; o toplumda, o çağda geçerli olan ortak estetik duyguya (sensus com-munis aestheticus) göre hareket ederler. Bu duygu, subjektif olmakla beraber bütün insanlarda ortaktır.

􀂾 Estetik yargılar zorunludur. Bu zorunluluk ortak estetik duygudan gelir. Güzelin dün-yası hoş dediğimiz alandadır. Hoşluktan dolayı duyulan haz tamamen keyfi ve kişinin kendisi için olduğu halde, güzelden dolayı duyulan haz başkalarında da bulu-nur ve zorunlu bir hoşlanmadır. Bu haz bütün insanlarda olması gereken birey–üstü bir hazdır.

􀂾 Estetik yargılar geneldir. Gerçi estetik yargıların özelliklerini sayarken onun bireysel olması üzerinde durduk. Ama genel olarak değerlendirdiğimizde estetik yargının, birey -üstü ortak estetik duygu prensibine dayanan zorunlu ve genelliği olan yargılar oldu ğu ortaya çıktı. Bu, ideal bir durumdur. Bir kişi güzel bulduğu bir şeyi, herkesin güzel bulmasını ve beğenmesini ister. Ama farklı kültürlerden, farklı çağlardan, farklı eğitim düzeylerinden insanları değerlendirdiğimiz-de, onların vardığı estetik yargıların daha çok bireysel olduğunu görürüz.

􀂾 Estetik yargıların genelliği, subjektif bir genelliktir. Sanat tarihinde klasik olmuş re-simler, heykeller, binalar; edebiyat, müzik gibi alanlarda bütün dünyada değerli bulu-nan eserler varsa, bu genel estetik yargıların bulunduğunu gösterir.

􀂾 Estetik yargılar relatiftir. Bir taraftan estetik yargıları bireysel ve keyfi olarak kabul edip diğer taraftan da onu birey-üstü, zorunlu ve genel geçer yargılar olarak anlattık. Bura-da birbiri ile uzlaşmaz gibi görünen iki fikir ifade edilmiş gibi görünüyor (antonimia). Oysa estetik yargılar dünyasında relatif geçerlik olduğuna dikkat edersek, yukarıdaki zıt fikirler kendi boyutlarıyla kendi yerlerine otururlar.

Bugünkü insanlık kültürü farklı merkezler etrafında gelişen tarihi kültüre dayandığı için, dünyanın farklı bölgelerinde farklı kültürler yaşamaktadır. Sanat eserleri kendi kültür yapıları içinde ortaya çıkarlar. Bu eserleri değerlendiren estetik beğeniler de kültürden kültüre değişir, yani relatifdir. Ayrıca bir kültür içinde eğitim de insanların beğenilerini değiştirdiği için, farklı eğitim düzeylerindeki insanların estetik yargıları birbirinden farklı olacaktır. Ve son olarak aynı kültür içinde aynı eğitim düzeyine sahip insanlar arasında psikolojik yapı farklılıkları olduğu için bu da estetik yargıların relatifliğini güçlendirecektir.

􀂾 Estetik yargılar düşünseldir. Estetik yargının daha önce sayılan özelliklerine zıt olan bu fikir, L. Wittgenstein’a aittir. Ona göre, estetik yargının temelinde duygusallık yoktur, bilgi ve düşünsellik vardır. Estetik yargıyı, konunun uzmanları verir ve diğer insanlarda onlara uyarlar.

 2. Ortak estetik yargıların olup olamadığı

Bir sanat eseri, onları yapan sanatçıların ve onları değerli bularak alan, koruyan, seyreden, dinleyen, okuyan estetik beğeni sahiplerinin ortak çabalarıyla ortaya çıkar.

Estetikte en çok tartışılan konuların başında, insanlar arasında ortak estetik yargıların olup olmadığı konusu gelir. Bu alandaki fikirler de iki zıt grup içinde toplanır:

a) Ortak estetik yargıların olmadığını ileri sürenler:

Latincedeki “De gustibus non est disputandum” sözü (Türkçedeki yaygın ifadesi “renkler ve zevkler tartışılmaz”) öteden beri ortak estetik yargıların olamayacağını savunanların ana dayanağıdır. Bunlara göre herkesin bir zevki, bir beğenisi vardır. Kimi menekşeyi sever kimi orkideyi; kimi deniz kenarında tatil yapmayı sever kimi yaylalarda; kimi halk müziğini sever kimi klasik batı müziğini; kimi Picasso’yu sever kimi Rafaello’yu … yani herkesin bir zevki ve beğenisi vardır ve bunun doğruluğu ve yanlış-lığı tartışılamaz. Herkesin zevki ve beğenisi kendince doğrudur ve haklıdır. “onda ne bulu-yor” diyebilirsiniz ama onun zevkinin nedenini soramazsınız.

Felsefe tarihinde estetik yargıların ve hatta ahlâksal ve mantıksal yargıların bile ortak olmadığını ve tartışılabileceğini söyleyenler önce sofistlerdir, sonra da duyumcular. Onlara göre, mademki bilgilerimiz duyumlarımıza bağlıdır; o halde herkesin kendi duyumlarıyla oluşturduğu bilgiler, verdiği hükümler doğrudur. Hiç kimse kendi duyumlarının daha doğru bilgiler vereceğini savunamaz. Zevk ve beğeniye dayanan estetik yargılarda ise hiç söyleyemez. Kant, bu durumu şu şekilde açıklıyor. Bazı kişisel hoşlanmalar, o kişilerin eğilimlerine ve kişisel özelliklerine bağlıdır ve tartışılamaz. Ama estetik yargıların temeli olan güzel, o kadar kişisel değildir. Herkeste bulunan ortak estetik zevklere göre verilen bu estetik hükümler tartışılabilir.

Ancak gene de tarihin çeşitli dönemlerinde, çeşitli toplumlarda ve hatta aynı toplumdaki değişik gruplar arasında birbirine zıt estetik yargıların bulunduğu gözlenmektedir. Bunun nedeni, estetik yargının kültürel ve kişisel olu-şudur. Kültürü ve kişiyi etkileyen bütün faktörler estetik yargıyı da etkiler. Bir toplumun değişik tarihi dönemlerinde değişik estetik yargılar olabilir. Aynı zaman diliminde değişik dini, milli, mahalli ve sınıfsal topluluklar birbirinden farklı estetik değerlere sahip olabilirler. Bir toplulukta gençlerle yaşlılar, eğitilmişlerle eğitilmemişler birbirlerinden farklı zevklere sahip olabilirler. Dahası insanların, karakter, mizaç gibi ana psikolojik özellikleri, herhangi bir zaman onların psikolojik durumlarını etkileyen her türlü faktörler de estetik yargılar üzerinde etkili olabilir.

b) Ortak estetik yargıların varlığını kabul edenler:

Daha önce estetik yargının özellikleri anlatılırken, bu yargıların subjektif de olsa bir genellik ve zorunluluk gösterdiğine işaret edildi. Bazı sanatçılar ve onların ortaya koyduğu eserler çok seyrediliyor, dinleniyor, okunuyorsa, bunlarda herkesin kabul ettiği yüksek estetik değerler var demektir.

I. Kant duyusal beğeniye dayanan bazı yargıların tamamen sınırlı ve kısa süreli kişisel yargılar olduğunu, ama gerçek estetik yargıların duyusal olmaktan çıkıp düşünsel düzeye çıktığını, kişisel olmaktan çıkıp zorunlu ve genel geçerli hale geldiğini söylüyor.

Baumgarten de güzelliği bir mantıksal kategori, “hakikatin ikiz kardeşi” kabul ediyordu. Hatta bazı estetik yargılar üzerine mantıksal yargılar kurup “bütün güller güzeldir”, “Picasso’nun bütün eserleri güzeldir” gibi objektif genel geçerliği olan yargılara ulaşırız.

Kant ayrıca beğeni yargılarının insanların ortak estetik duygusuna dayandığını söyleyerek de, insanlar arasında ortak estetik yargıların bulunduğunu savunuyor.

Öte yandan L.Wittgenstein, estetik yargıları kişilerin zevkleri, hoşlarına giden şey olmaktan çıkarıp tamamen uzmanlığa bağlayarak, onların ortak ve değişmez olduğu konusunu iyice vurguluyor. Yani estetik yargıların temelinden duygusallık kaldırılıyor, düşünsellik ve bilgi konuluyor. O zaman, bilgiye dayalı yargıların mantıksal doğruluğu gibi, kurallara uygunluk esasına dayanan estetik yargıların da mantıksal doğuluğu ve genel geçerliliği söz konusu oluyor.

Estetik yargı açısından, İtalyan estetikçi Bene-detto Croce’yi de ortak estetik yargıların olduğunu kabul edenler grubuna koyabiliriz.

O, bu konudaki fikirleri üçe ayırıyor.

1. Estetik yargı zorunlu ve genel geçerlidir diyen mutlakçılar

2. Haz ve acı gibi estetik yargılar subjektiftir, bunlar üzerinde tartışma yapılamaz diyen şüpheciler (septikler, relativistler ve psiko-logistler)

3. Bilim ve ahlak yargıları genel geçerli ve mutlak, estetik yargılar değil diyen relatif relativistler.

 Croce bunların hiçbirine katılmıyor. Ona göre sanat eseri mantıksal kurallara, metafizik güçlere göre yargılanamaz. Bir estetik değer vardır

 ve bu değer yargıları, bilim ve ahlâk yargıları gibi genel geçerli ve mutlaktır. Ancak bu yargıların temelindeki beğeninin ölçüsü sezgidir.

Sorular ve tartışma konuları

1. Estetik beğeninin gelişmesinde eğitimin önemini, örnekler vererek tartışınız.

2. Her sanatçının kendine has bir stili, hattâ her dönemdeki sanatçıların diğer çağlardakinden ayrı bir stili (sanat akımları) olmasının nedenlerini çeşitli sanat alanlarından örnek vererek açıklayınız.

3. Sanatı açıklayan teorilerin ana tezlerini anla-tınız ve değerlendiriniz.

4. Dış dünyadaki bazı varlık ve olaylar kendiliğinden mi güzeldir, yoksa bizim duygularımız ve hayal gücümüz mü onları güzelleştirmektedir, tartışınız.

5. Sanat ile kültür arasındaki bağlantıları anlatınız.

6. Sanat ile zenaat arasındaki farkı açıklayınız.

7. Bir şeyi güzel olarak kabul ederken, ondaki ne gibi özellikleri değerlendirirsiniz.

8. “Ben güzele güzel demem, güzel faydalı olmalı” dizelerini estetik açıdan değerlendiriniz.

Terimler

Sanat eseri: Faydalı, iyi, yüce gibi kavramlardan sıyrılmış olarak bizde estetik heyecan uyandıran eserlere sanat eserleri denir.

Estetik: Duyusal faaliyetlerimizin güzelle ilgili kısmını inceleyen sanat veya güzellik felsefesi

Mimesis: Taklit, sanatın esasının, insanların güzel şeyleri taklit etmesi olduğunu savunan görüş.

Güzel: Estetiğin temel kavramı.

Poesis: Güzel sanatların bir dalı olan şiir.

Yüce: Büyük ve sınırsız, çeşitli yönlerden güçlü, insanı etkisi ve denetimi altına alan varlık ve olaylar.

Oyun: İnsanların ve hayvanların, temel ihtiyaçlarını karşıladıktan sonra amaçsız olarak yap-tıkları hoşa giden faaliyetler. Bazılarına göre sanatın kaynağı budur.

Estetik yargı: Sanat eserleri karşısında haz duyma veya duymamaya, beğenme ve beğen-memeye dayanan subjektif hükümler.

Sanat: Birçok bölümleri, akımları, gösteri merkezleri olan resim, tiyatro, müzik, edebiyat v.s. gibi sosyal faaliyet alanlarına verilen ad

Yorum bırakın

Filed under Uncategorized

SANAT TERİMLERİ SÖZLÜĞÜ…

-A

A TİPİ RENKLİ FİLM (Type A Colour Film) : 3400 derece K ışığına sahip yapay aydınlatmaya dengelenmiş filmlerin genel adı.

ABADİ KAĞIT : Ham ipekten yapılan bir kağıt türüdür. Dut ağacı elyafından yapılanları da vardır.

ABERASYON (Aberration ) : Görüntü bozulması

ABİR : Mürekkebe katılan koku verici madde. Yaygınlıkla Beyaz Sandal, Sümbül Kökü, İğde Çiçekleri, Turunç, Kırmızı Gül, Narenciye otları ile bir miktar dövülmüş Misk karışımıdır.

ABİDE : Eski dilde anıt
Önemli bir olay yada kişi – kişileri anmak, ilke düşünce ve ideali yüceltmek için konuyla ilgili yere yapılan ve çevreye egemen bir konuma yerleştirilen yazıt,sütun,heykel ya da mimari yapıtlardır.

ABSTRE SANAT : Soyut Sanat

AÇIK KOMPOZİSYON (Open Composition) : Resim düzlemi üzerinde betimlenen gerçekliğin, gerçekte resmin sınırları dışında da sürüp giden doğal gerçekliğin bir parçası olduğu izlenimini verecek şekilde kompoze edilmesi. Kapalı kompozisyonun tam karşıtı bir sanatsal davranış biçimidir. Açık kompozisyon, asıl gerçekliğin tüm öğelerini resim düzlemi içine sığdırmayı amaçlamaz. Tersine, böyle bir çabanın olanaksız olduğunu varsayar. Açık kompozisyon doğadaki gerçeklik düzleminin bir kesimini içeren bir çerçeve gibi de düşünülebilir. Rönesans’ın aksine, Barok açık kompozisyonu yeğlemiştir.

ADJUNKTION: Eklenti. Kolaj, akümülasyon ve asamblajı da kapsayan bir sanat tekniğidir.

AFİŞ: Halkı bir düşüncenin, bir malın ya da bir olayın varlığı konusunda bilgilendirme amacıyla duvarlara asılan, yapıştırılan, resimli yazı ve ilanlara afiş denir.

AFTERİMAJ: Bir imgeye bir süre baktıktan sonra göz sinirlerinin bu imgeyi ilk imgeden sonra bakılan imgeye taşıyarak oluşturduğu görsel olguyu tanımlamak için kullanılan terim.

AĞAÇ BASKI: Bu baskı tipinde Kalıp olarak düzgün yüzeyli ağaç, oyma ve kazımaya elverişli muşambalar (linolyum / Linol baskı) kullanılır.

AKADEMİZM (Academicism) : Akademizm sözcüğü, bir sanat dalında her türden yeni atılımı yadsıyarak, değişmez olduğu varsayılan onaylanmış, standartlaşmış ilke ve kurallara uygun olarak çalışmak anlamında kullanılır. Yeni sanatsal arayışlara karşı çıkan bir tutumu ifade ettiği için, sözcük olumsuz niteliktedir.

AKROMATİK: Kromatik renklerin dışında kalan siyah, beyaz ve gri.

AKROLİT: Gövdesi ahşaptan yapılmış antik yunan heykellerini tanımlamak için kullanılan terim.

AKSAN : Resimde istenen kısmı, ışık, çizgi ve renk yardımıyla diğer kısımlara göre daha fazla belirtmek.

AKSESUAR : Sanat eserinde ikinci derecede kalan şeyler, detay, ayrıntı.

AKÜMÜLASYON: Rastgele objelerin sanat malzemesi olarak kullanılmasını tanımlamak için kullanılan terim.

ALINSAL: Resimde özellikle insan bedeninin omuzdan yukarısının tam cepheden yüz seksen derece ile bakmasıdır. Bizans resminde görülen izokefali özelliğinde vazgeçilmez unsuru olarak dikkat çeker.

ALLEGORİ (Allegory) : Bir öykü, bir düşünce ya da kavramın figüratif bir simge halinde betimlenişi.

ALTAMİRA : Kuzey ispanya’da Santonder’in 30 km. batısında, görkemli tarih öncesi duvar resimleri ve duvar kazımalarıyla ünlü mağara.

ALTIN ORAN (Golden Section) : “Altın Bölüm” ya da “Altın Kesit” de denir. Herhangi bir geometrik biçimde, varlığı ESTETİK bir üstünlük sayılan ORAN. Parçalar arasındaki orantıda, küçük parçanın büyük parçaya oranı, büyük parçanın bütün parçaya oranına eşittir. Cebirsel olarak; a/b= b/ (a/b) biçiminde ifade edilir. Parçalar arasındaki oranın değeri olan 1.618 ya da ykş. 3/5, “altın sayı” adını alır. Altın Oran geometrik olarak, iki kareden oluşan bir dikdörtgenin köşegeni aracılığıyla kurulur. Antik Çağ’ dan bu yana matematikçilere ve sanat kuramcılarına konu olan Altın Oran, bu adı 19.yy’ da almıştır. Eski Yunanlılar’ ın kısaca bölüm olarak adlandırdıkları bu orana , İtalyan matematikçi Luca Pacioli divina proportine; LEONARDO DA VINCI ise sectio aurea adını vermiştir.Altın Oran’ ın aritmetik, cebir ve geometri özellikleri taşımasının yanısıra, doğada, müzikte ve insan vücudunun organları arasında var olan çeşitli oranlarla da yakın ilişkisi bulunduğu, bütün öteki oranlara üstünlüğününse çeşitlilik içinde birlik özelliğinden kaynaklandığı öne sürülür. Bazı kaynaklara göre, insanlar , Altın Oran’ a yaklaşan orantıları daha çok beğenmektedir.

AMATÖR : Bir sanatı kazanç için değil, sırf zevk için yapan kimse, hevesli, meraklı.

AMBLEM : Bir şeyin yazı ya da resimle sembolleştirilmesi.

AMORF ( fr. Amorfe) : BİÇİM’ i belirli bir düzene uymayan. Tanımlanması zor, düzensiz biçimlerde bulunan mineral, madde ya da nesneler için kullanılır.

AMULET (İngilizce) : Kötülükleri uzaklaştırdığına, uğur getirdiğine, hastalıkları iyileştirdiğine ve özel güçlere sahip olduğuna inanılan , doğal ya da insan eliyle yapılmış nesne; bir tür nazarlık ya da muska. Üstte taşınabildiği gibi çeşitli yerlerde de saklanabilir. Değerli taşlar, metaller, hayvan dişleri ve pençeleri gibi pek çok nesne amulet olarak kullanılmıştır. Amuletin kökeni Eski Mısır’a dayanır. Mısırlılar kendilerini kötü günlerden, düşmanlardan ve tehlikelerden korumak için SKARABE, engerek başı, sembolik gözler ve KARTUŞ gibi amuletler kullanmıştır. Pek çok uygarlıkta da hematit, yeşim, ametis, LAPİS LAZULİ ve kantaşı gibi taşların kendilerine özgü koruyucu güçleri olduğuna inanılmıştır. Bir inanışa göre mercen, şeytanın evlerdeki kötü etkisini uzaklaştırma gücüne sahiptir. Hristiyanlıkta encolpia denen amulet , haçlar, aziz kemikleri vb. Dinle ilgili RÖLİK’ lerdir. Boyna asılarak taşınanlar periapta, ikiye katlanabilenler pyctacium adını alır.

ANALİZ : Ayrıştırma , Çözümleme / Her hangi nesne konu veya durumun parçalar ve bölümler halinde ayrıntılı olarak incelenmesi.

ANAMORFOZ : Bir resmin belli bir bakış noktası dışında bozuk ve çarpık görünmesi.

ANATOMİ : Resim ve heykelde vücut yapısı.

ANIT : Abide / Önemli bir olay yada kişi – kişileri anmak. ilke düşünce ve ideali yüceltmek için konuyla ilgili yere yapılan ve çevreye egemen bir konuma yerleştirilen yazıt,sütun,heykel ya da mimari yapıtlardır.

ANKOSTİK RESİM (Encaustic Painting) : Eriyik halde balmumu BAĞLAYICI ile PİGMENTLERİN karışımından elde edilmiş BOYA’ larla yapılan RESİM türü. Romalı bilgin ve yazar Yaşlı Pilinus’ a (MS 23-79) göre, mermer üstüne yapılan ankostik resimde pigmentler balmumuyla, fildişi üstüne yapılanlarda da (cero- strotum/ cestrotum) bitkisel kökenli saydam zamkla karıştırılıyor, cestrum ya da viriculum adı verilen bir tür SPATULA ile zemine yayılıyordu. Cestrum’ un bir ucu sivri olduğundan fildişi üstüne ince çizgiler de çizilebiliyordu. Cauterium olarak bilinen ve ısıtılarak uygulanan yuvarlak uçlu bir aletle, boyalı zemin üstündeki spatula ve fırça izleri gideriliyordu. Antik Çağ’ daki belli başlı resim tekniklerinden biri olan ankostik resim, MÖ 4. yy’ da YUNAN sanatçı Pausias tarafından yetkinleştirilmişti. Günümüze ulaşan en önemli örnekler, MISIR’ da el- Feyyum Vahası’ nda ROMA dönemine ait mezarlarda bulunan Feyyum Portreleri’ dir (2. yy). Ankostik tekniği erken Hristiyan Sanatı’ nda da ( GEÇ ANTİK) kullanılmış, ancak 8. ve 9. yy’ larda unutulmuştur. 19. yy’ da Fransız koleksiyoncu Kont Caylus’ un (1692- 1765) araştırmaları aracılığıyla canlandırılmak istenmişse de başarılı olunamamıştır. 19. yy’ da Fransa ve İngiltere’ de çeşitli karışımlar denenmiş, alman Ressam Julius Schnorr von Carolsfeld (1794-1872) orijinale en yakın karışımı uygulamıştır. Günümüzde yaygın olmamakla birlikte balmumu ve reçine bağlayıcılı bir karışım kullanılmaktadır.

ANLAMLAMA : Bir nesneyi bir varlığı, bir kavramı, bir olayı anlığımızda canlandırabilecek bir göstergeye bağlayan oluş, gösterenle gösterilenin birleşme süreci.
ANONİM (Anonymous) : 1. Sanat tarihinde sanatçısı bilinmeyen yapıtlar için kullanılır. Özellikle, halk sanatı ürünleri anonim niteliktedir. 2. Antik Yunan dönemi öncesinde, Mısır ve Mezopotamya’da, tarih öncesinde sanat yapıtı anonimdir.

ANTİK : Eski yunan ve Roma dönemi ile bu dönemlerden kalan sanat veya mimari nitelemeler için kullanılan terim.

ARABESK : Girişik bezeme; Kıvrılarak, biribirinin içinden geçerek uzayıp giden yapraklı dalları andıran geometrik görünüşte birtakım biçimlerden oluşmuş bezeme çizgileri.

ARMATÜR : Bir malzemenin daha dayanıklı ve rijit hale gelmesi için içine yerleştirilen demir donatı.

ARKAİK : 1.ilk devir ve eserlerine verilen ad. 2.Yapıldığı tarihten daha eski zamanların işine benzeyen eserler.

ARKEOLOJİ : İlk uygarlığı araştıran ve inceleyen bilim dalı. Atölye Sanat çalışmalarının yapıldığı ışıklı salon ya da yer.

ART NOVEU : Üsluplaştırılmış bitkisel, eğrisel nitelikte bezeme anlayışı.

ASAMBLAJ (‘assemblage’) : Terim ilk defa Jean Dubuffet tarafından 1953’te doğal veya hazır malzemelerin parçalarından oluşturulan sanat eserlerini tanımlamak için kullanılmıştır. Bazı eleştirmenler bu terimin, iki boyutlu olan kolajdan ayrı olarak sadece üç boyutlu nesneler için kullanılması gerektiğini ifade etseler de konuda ulaşılmış bir fikir birliği yoktur. Genel anlamıyla asamblajın, fotomontajlardan mekan düzenlemelerine kadar geniş bir yelpazede yer alan sanat eserlerini kapsadığı söylenebilir.

ATMOSFER (Atmosphere) : Sanat yapıtının izleyici üzerinde bıraktığı etki, nedeni olduğu ruh hali.

ATÖLYE : Bir sanatçı veya mimarın, heykeltıraşın yapıtlarını tasarladığı ve ürettiği yer, stüdyo. / Küçük endüstri üretiminin yapıldığı ve genellikle sanatçıların çalıştığı ( Marangozluk, Demircilik) imalathane.

AURA : Bir kişi veya nesneye dair ayırdedici fakat doğrudan algılanamayan özellik, atmosfer. Sanat bağlamında ilk olarak Walter Benjamin tarafından 1936’da “Mekanik Yeniden Üretim Çağında Sanat Eseri” isimli makalede; özgün, el yapımı sanat eserlerinin eşsizliğini dile getirmek için kullanılmıştır.

AVANGARD (Fransızca: avant-garde, avangard): Fransızca askeri bir terim olan öncü birlik sözcüğünden gelir. Gerek Fransızca’da gerek diğer dillerde kültür, sanat ve politika ile bağlantılı olarak, yenilikçi veya deneysel işler veya kişiler anlamına gelir.
Avangart sanat, kültür, gerçeklik tanımları içindeki kabul edilmiş normları sarsıp sınırlarını değiştirmeyi amaç edinir. Bu normlar sosyal reformdan estetik deneyimlerin değişimine kadar çeşitlilik gösterebilir.

-B

BAHAUSE : Merkezi mimarlık olan 1940’larda açılan bir sanat okulu.

BAKIŞ AÇISI ( Viewpoint, Vantage Point) : Sanatçının bir konuyu resmetmek için baktığı varsayılan nokta.

BALBAL : Hunların mezarları etraflarına diktikleri taşlara verilen ad.

BAROK : Formları şişirilmiş çıkıntılar biçiminde, yüzeyleri ise düzenli olmayan çıkıntılarla belirten, 1600 ile 1750 yılları arasındaki Avrupa’da oluşmuş bir sanat stili.

BEZEME : Bir yüzeyin daha güzel görünmesi için, üzerine yapılan işlemeler.

BEZİR YAĞI : Keten tohumundan çıkarılan yağ. Bu yağın kaynamamış olanına çiğ bezir ve kaynamış olanına kaynamış bezir denir. Çiğ bezir resim boyalarında, kaynamış bezir ise binaların ya da eşyaların ahşap kısımlarını boyamada kullanılan yağlı boyaların eziJip sulandırılmasında kullanılır.

BİÇİM (Shape) : Bir nesnenin görme ya da dokunma duyuları ile algılanmasını sağlayan kendine özgü gerçekliği, dışını oluşturan ve tek bir açıdan görünen şekli.

BİÇİM BOZMA (Distortion) : Özellikle GÜZEL SANATLAR’da, fotoğrafta (FOTOĞRAFÇILIK) ve dansta verilerini doğadan alan ve belirli normların ya da normal (olağan) biçimlerin bulunduğu kabul edilen görüntülerde biçimi abartarak sunma, ” normal” in göstergelerini tümüyle yok etmeden değiştirme. Biçimbozmada amaç, daha güçlü bir etki yaratmak ya da güçlü bir anlatım sağlamaktır. DIŞAVURUMCULUK ya da ilk sanat gibi duygu ve anlatımın vurgulandığı, izleyiciyle iletişimin etkili olmasının amaçlandığı sanat türlerinde biçimbozma yoğun olarak kullanılmıştır. Öte yandan özellikle 20. yy’ ın serbest yaklaşımı içinde PICASSO ya da H. MOORE gibi bir çok sanatçı biçim olanaklarını artırmak için, kaynakları doğa olsa bile biçimbozmayı bir araç olarak kullanmışlardır. GERÇEKÜSTÜCÜLÜK’ teyse biçimbozma, duygu ve düşlerdeki gerçekleri anlatabilmenin aracı olmuştur. Öte yandan YENİ- DIŞAVURUMCULUK gibi, “normal” kavramlara bağlı olmayan ve doğanın tüm görüntü kullanımlarından bağımsız biçim yaratan sanat üsluplarında biçimbozmadan söz edilemez; çünkü bu üsluplarda normalin ne olduğu hakkında belli ilkeler yoktur. Fotoğrafta biçimbozma çekim sırasında aynalar ya da merceklerle ya da çekimden sonra baskı sırasında mekanik ve kimyevi yöntemlerle görüntüyü değiştirerek elde edilir.

BİENAL : İki yılda bir düzenlenen faaliyet. Çoğunlukla kültürel veya sanatsal faaliyetler için kullanılan bir terimdir.

BİRLİK (Unity) : Resimde tüm öğelerin koordinasyonu ile asıl temanın, amacın vurgulanacağı bir birlik yaratılması.

BİYOMORFİK BİÇİM (Biomorphic Form) : SOYUT SANAT’ta geometrik biçimlerden çok bitki ya da hayvan biçimlerini anımsatan eğrisel dış çizgilerle oluşturulmuş biçimler. En tipik örnekleri ARP’ın resimlerinde görülür.

BOYA : Bünyesinde renk bulunan maddelere boya denir. Boyalar yapıldıkları yapıştırıcı maddelere göre isim alırlar: Yağlı boya, sulu boya gibi.

BOYUT (Dimension) : 1. Bir nesnenin uzunluk ölçüsüyle ifade edilebilen büyüklüğü. 2. Sanat yapıtında boyut kavramı, onun algılayıcıyla olan ilişkisini anlatmaktadır. Örneğin, resim sanatı iki boyutludur. Resmin betimlediği obje yüzeysel olmasa bile, sanat ürünü onu iki boyutlu bir yüzey üzerinde sunmakta ve izleyicide onu iki boyutlu algılamaktadır. Buna karşılık, heykel üç boyutlu bir sanat yapıtıdır. Mimari ürün ise dört boyutlu sayılmaktadır. Çünkü, mimari ürünü kullanan kişi onu yalnızca eni, boyu ve derinliği bulunan bir obje olarak değil, içinde eylemde bulunulan bir yapıt olarak algılamaktadır. Kişinin yapıt içindeki ya da dışındaki sürekli devingenliği onu tek bir noktadan algılanan diğer sanat ürünlerinden ayırmaktadır. Mimari mekan zaman içinde değişen konuma göre, farklı sanatsal yaşantılar edinilmesini sağlar. O halde, en, boy ve derinlik boyutlarına ek olarak mimari yapıtta bir de zaman boyutu söz konusudur.

BÜST : Heykel sanatında baş ve vücudun üst bölümünü gösteren heykel türü.

-C, -Ç

CANLI MODEL : Canlı hayvan ve insan vücudunun resme konu olarak seçilmesi.

CHIAROSCURO (Chiaroscuro) : Yağlıboya resminde keskin karşıtlıklar yaratacak biçimde düzenlenmiş ışık-gölge dağılımı. İlk kez İtalyan ressamı Correggio tarafından 16. yüzyılın başında kullanıldı. Caravaggio ve izleyicileri bu tekniği geliştirdiler. Georges de la Tour bu alanda ilginç örnekler verdi. Rembrandt ise, en büyük chiaroscuro ustası sayılır.

ÇAĞRIŞIM : Yeni bir algı eylemiyle; eski fakat yeni eyleme geçirilmiş bir algı arasında kurulan bağdır.

ÇELİK KALEM : Bakır, çinko, pirinç gibi yumuşak madenler üzerine resmi doğrudan doğruya oymaya yarayan çelik uçlu kalemler.

ÇEŞİTLİLİK (Variety) : Resimdeki ana temanın birliğinin çerçevesi içerisinde canlı ve zengin bir çeşitliliğin de elde edilebilmesi resmin albenisini arttıran önemli bir unsurdur.

ÇİNİ : Çin’den gelen / Killerin, suyla karıştırıldıklarında, plastik özellikleri olan, kolayca biçimlendirilebilen bir hamura dönüşme, pişirildikten sonra da sert, sağlam, değişmez bir yapı kazanma özelliklerine dayalı her türlü mimari eşya ve eşya üretme sanatı. / Seramik.

ÇİZGİ (Line) : Nokta olarak başlarlar ve her yönde “düz, kıvrımlı, kırık, kalın/ince, koyu/açık” olabilirler.

ÇİZGİ DEĞERİ : Çok çeşitli çizginin oluşturduğu, farklı etkiler uyandıran çizgi değişiklikleri.

ÇİZGİSEL (Linear) : 1. Bir yüzey üzerinde bir çizgi doğrultusunda yapılmış ya da düzenlenmiş betileri ve ya öğeleri niteler. 2. ince kontur çizgileriyle oluşturulmuş betileri ve bu tür betileri içeren resimsel yapıtları niteler.

ÇİZGİSEL KOMPOZİSYON (Linear Composition) : Hareket eden bir noktanın yüzeyde bıraktığı iz olarak tanımlanabilecek olan çizginin, kompozisyonda üstlendiği, formu ortaya çıkaran, hareketi ifade etme, dokuyu verme, dengeyi sağlama gibi rollerin başat olduğu türdeki kompozisyonlar “çizgisel kompozisyonlar” olarak tanımlanır. Sanatın ilk adımlarının, Lascaux mağarasında olduğu gibi, çizgiyle atıldığı ve çizginin özellikle perspektif kurallarının henüz yeterince bilinmediği Rönesans öncesinde önemli olduğu bilinir. Barok dönemde ışık-gölge kullanımının devreye girişiyle çizgisellik ışığın imkan verdiği ölçüde kullanılır. Bu dönemde konturlar, çizgisel kompozisyonlarda olduğu gibi belirgin olmaz. 19. yy’da Neo-klasik dönemde yeniden önem kazanan çizgi ve çizgisel kompozisyon Romantizm ile birlikte nerdeyse kaybolmuştur. Empresyonistler tarafından da tamamen kaldırılmıştır. Sanatçıların bireysel çıkışlar yaptığı 20. yy’da ise Henri Rosseau, Paul Klee gibi sanatçılar tarafından kendi belirledikleri amaçlar doğrultusunda kullanılmıştır.

-D

DEĞER (Value) : Bir nesnenin maddi ya da parasal karşılığı, değişim ortamı ya da benzeri bir standarda göre tahmin edilebilen miktar; ayrıca, nesnenin gerçek ya da olması gereken kıymetine, YARARLIK’ına ya da önemine göre göreceli statüsü. Felsefe, hukuk, işletme, matematik, dilbilim, psikolinguistik, resim, müzik, sibernetik, televizyon gibi alanlarda “değer” sözcüğü değişik anlamlar taşımakta ve farklı tanımlanmaktadır. Felsefenin bir dalı olan “aksiyoloji”, değerlerin estetikte, dinde, ahlakta ve metafiziksel alandaki tip ve nitelikleriyle ilgilenmektedir. Değer kuramıysa kıymetleri önem sırasına göre ayırıp sınıflandıran bir görüştür. Değerlerin nicel olarak ölçülebilme durumuna göre nesnel ve öznel değerlerden söz edilmektedir. Sanat ve mimarlık alanında mimari bir yapıya, bir sanat nesnesine ya da endüstri ürününe ilişkin iki tür değer tanımlanmaktadır. : Kullanıcının gereksinimini karşılamaya yönelik ürünün faydasıyla tanımlanan “kullanım değeri” ve mimarlık ya da sanat ürününün özellikle pazarlama ürünü olarak ortaya çıkmasıyla belirlenen “değişim değeri”. Kullanım değerine ilişkin değer yargıları kişiden kişiye, gruptan gruba değişebilmektedir. Örneğin bir sanat nesnesinin ESTETİK değerinden söz edildiğinde, o ürünü oluşturan bileşenlerin KOMPOZİSYON’u, BOYUT’ları, ölçeği, RENK’i, DOKU’su, UYUM’u vb. Sanat ve estetik kavramıyla ifade edilen, öznel nitelikli göreceli kıymeti anlaşılmalıdır. Bir mimarlık ürününün ön kullanım değeriyse o ürünün PERFORMANS’ ı yani kullanım sırasında ortaya çıkan fiziksel, psikolojik, örgütsel, estetik vb gereksinmelere yanıt verebilme durumuyla tanımlanabilmektedir. Ayrıca herhangi bir ürünün bir meta olarak ekonomik değerinden (değişim değeri) söz edilebilir.

DEFORMASYON : Konunun özelliğini bozmadan, konuyu daha etkili anlatabilmek için bazı yerlerini olduğundan fazla göstermek. Resimde biçimi bozma.

DEFORMALİZM : Anti-formalist çalışmaların içeriğinden karikatürümsü sürreal deformasyonlarından gelir. Resimde kargaşa ve kötü beğeni için kullanılan bir terim.

DEJENERE SANAT : Almanya’da Nasyonal Sosyalist Parti’nin modern sanatlar için kullandığı bir terim.

DEKALKOMANİ : 1930′ larda Oscar Dominguez’ in (1906-58) GERÇEKÜSTÜCÜLÜK akımının OTOMATİZM kavramından yola çıkarak oluşturduğu teknik. Bu teknikte boya kalın bir fırçayla ince bir kağıdın üstüne sıçratılır ve kurumadan ikinci bir kağıtla yavaşça sürtülerek gelişigüzel dağılması sağlanır. Daha sonraları ERNST tarafından YAĞLIBOYA’ ya uygulanan bu tekniğin en önemli özelliği, yapıtın ön tasarımsız oluşturulmasıdır.

DEKLANŞÖR : Pozlandırma yapmak için obtüratörü çalıştıran düğme ya da kol.

DEKOLAJ : Duvarlara üst üste yapıştırılmış afiş ya da benzerlerinden koparılan parçalarla yapılmış bir tür KOLAJ. İlk kez 1950′ lerde Alman sanatçı Wolf Vostell (d. 1932) bu türde çalışmalar yapmış, ayrıca Fransa’da AFİŞÇİLER de bu tekniği uygulamıştır.

DEKOR : 1.Süs. 2.Tiyatroda olayın geçtiği yeri anlatmak için kullanılan resimli perdeler (panolar) ya da eşyaların tümü.

DEKORASYON : Dekor yapma işi, iç mimari, süsleme.

DEKORATİF : Süslü, süsleyici.

DENEYSEL SANAT : 20.yy. sanat literatüründe “deneysel” terimi “yeni” , “cüretkar”, “tuhaf”, “kışkırtıcı” anlamına ve neredeyse avangart terimiyle aynı anlama gelmektedir.

DENGE (Balance) : Dengenin sanatta nasıl kullanıldığı “tahtaravalli”yi modeli ile kolayca anlayabilirsiniz. Aynı kilodaki iki kişi “simetrik” olarak oturduklarında oluşan denge, farklı kilolardaki kişilerle de “asimetrik” oturmalarla sağlanabilir; bu ikinci hal “dinamik denge” olarak da nitelendirilebilir.

DERECELENDİRME (Gradation) : Tonlarla, taramalarla vb. ile dereceli etkilerin yaratılması.

DERİNLİK (Depth) : Resimde oluşturulan planlar ile elde edilen derinlik duygusu veya yanılsaması.

DESEN : Herhangi bir resmin çizgi(kara kalem) ile ifade edilmesi.

DETAY : Bir bütünün en küçük parçaları, en ince noktaları, ayrıntı.

DETRAMP : Kuru sıva üzerine zamklı boya ile yapılan duvar resmi.

DEVİNİM (Movement) : Resim sanatında resim düzlemi üzerinde yer alan betilerin yoğunlaşıp seyrelmesinden ve pozlarından kaynaklanan durağan dengenin bilinçli biçimde bozulması etkisi.

DIŞ SINIR (Contour) : Bir biçim (shape)in veya hacim (form)in dış çizgisi veya en dış kenarı (‘siluet’i).

DİMETRİ (Dimetry) : Aksonometrik perspektifin bir türü. Üzerinde çizimi yapılacak nesnenin en, boy ve yükseklik ölçülerinin alındığı eksenler, dimetride birbirleriyle izometridekinin aksine eşit açılar yapmazlar. Dolayısıyla, nesnenin iki boyutunun ölçüleri aynı oranda küçültülerek çizilirken, üçüncü boyutu bunlardan farklı oranda küçültülür.

DİSİPLİNLERARASILIK : Disiplinlerarasılık bir çalışma iki ya da daha fazla artistik, bilimsel ya da diğer akademik disiplin gerektirir. Bir araştırma yaparken disiplinlerarasılık çalışmalar, akademik bir bağlam içerisinde farklı çalışma alanlarından teorileri ve metotları benimser.

DİSİPLİNLERARASI SANAT : (Performans Sanatı)Sanat disiplinleri arasındaki sınırları kaldırmak ve “belirli bir sanat türü ile sınırlı olmadan, kendi kavramsal arka planına uygun olarak ve izleyicinin de tamamlaması ile kendine ait yeni bir estetik ve yeni bir anlam bağlamı” meydana getirilmesidir.

DİSSONANCE : Tek rengin tonları arasındaki sıcak lekelerin oluşturduğu etki.

DİYAFRAM : Işığa karşı duyarlı filmin ne kadar ölçüde ışık alması gerektiğini kontrol eden objektif üzerindeki sistem./ Fotoğraf makinesindeki filmin üzerine ne kadar şiddette ışık düşeceğini ayarlayan bölümdür.

DİYOGONAL : Köşegen, köşe birleştirici.

DOKU (Texture) : Bir sanat yapıtının yüzeyinin görünümü ve/veya hissedilmesi, ki düz ve/veya parlaktan kaba ve/veya mata kadar çeşitlenebilir.

DOMİNANT : Bir kompozisyonda konunun ve resmin ilgi, hakim noktası.

DOMİNANT RENK : Bir resimde görsel ilgiyi çekme noktasını oluşturan en etkin renk.

DUCTUS : Latince olan bu terim, bir sanatçının kendine özgü boya uygulama tarzını tanımlamak için kullanılmaktadır. Ressamın fırçayı kullanma tarzını ve hızını gösterir.

DUVAR RESMİ : Bir duvar yada tavan yüzeylerine yapılan resimdir. / Fresk / Duvar yüzeyine yapılan her türlü resim.

DUYGUSAL SANAT KURAMI : Bu kuramsa sanatın anlamını, sanat eseri ve sanat izleyicisi arasındaki ilişkide ve sanat eserinin izleyende uyandırdığı duygusal etkide aranır. Büyük ölçüde duyguya önem vermektedir.

DÜZLEM (Plane) : MEKAN’ın iki boyutlu, düşey ya da yatay bir uzantısı. Mimari kompozisyonlarda somut değeri olsa da, RESİM’de mekan ve hareket yanılsamasının ön koşuludur. HEYKEL’de ise çok yalın geometrik biçimler dışında düzlem çokça ilgilenilen bir öğe değildir. Resimde tuvalin yüzeyi resimdeki mekanın en yakın boyutu olarak hissedilmekle birlikte, bu yüzeyin alt bölümü izleyiciye en yakın, en üstüyse en uzak mekanı içeren bir yer düzlemi olarak da yanılsanır. DERİNLİK yanılsamasını amaçlayam KOMPOZİSYON’larda ön plan, orta plan, arka plan anlatımları bunları algılatan farklı derinlik düzlemlerinin vurgulanmasıyla oluşturulur.

-E

EBRU SANATI : Kitre gibi kıvamlaştırıcı maddeler katılarak yoğunluğu arttırılan suya serpilen boyalarla bir desen elde edilmesi, suyun üstüne kapatılan kağıda geçirilmesi sanatı./ kâğıt üzerine, özel yöntemlerle yapılan geleneksel bir süsleme sanatıdır.

EGZOTİZM : Başka ülkelerin sanatlarına olan hayranlık.

EINFÜHLUNG KURAMI : Sanat yapıtlarının alımlanmasına ve psişik etkinsine ilişkin burjuva kuramı.Felsefi olarak öznel idealizme dayanan ‘‘Einfühlung’’kuramına göre ,sanatın imge özelliği önemsizdir.Bu görüşün ilk belirtilerine romantisizme rastlanmakla birlikte ,ilk kez (19. yüzyılın sonlarıyla 20. yüzyılın başları arasına başlıcalıkla T.Lipps tarafında ) psikolojik burjuva estetik eğilimi içinde kuram olarak geliştirilmiştir.

EKLEKTİSİZM (Eclecticism) : Farklı sanatsal dizgelerden alınan öğelerin yeni bir dizge içinde yeniden kullanılması eylemi. Sanatta farklı çağ ve üsluplardan seçilip devşirilen öğelerin yeni bir tasarım ya da ürün oluşturmak için ele alınması olgusunu ifade eder. Bu durum 19. yüzyılda çok yaygın biçimde görülür. Bununla birlikte, eklektisizm bir üslup değil, bir davranış biçimi olarak değerlendirilmelidir. Ancak, farklı eklektisist üsluplardan söz edilebilir. Bu üslupların hepsinde davranış biçimi ortak olduğu halde, biçim malzemesinin devşirildiği çağ ya da üslup ve bunların yeniden düzgeleştirilişi farklıdır.

EKORŞE (Ekorche) : İnsan ya da hayvan figürünü, kas yapısını göstermek amacıyla derisi yüzülmüş olarak betimleyen anatomik çizim. 15.yy’da Batılı sanatçıların anatomiye ilgilerinin artmasıyla atölyelerde, bu türden yapma modeller kullanma geleneği yerleşmişti. Özellikle LEONARDO DA VINCI gibi birçok sanatçı böyle modellerden çizim yapmıştır. Ekorşe figür çalışmalarının en önemli örneği, George Stubbs’ın (1724-1806) Anatomy of the Horse (1766; Atın Anatomisi) adlı ASİDE YEDİRME BASKI dizisidir. Stubbs bu çalışması için yaklaşık 10 yıl boyunca hayvan kadavralarını incelemiş ve 18 ay da çizim yapmıştır. Özgün çizimleri bugün Londra Kraliyet Akademisinde bulunan bu dizi, özellikle veterinerler ve hayvan ressamları arasında gerçeğe uygunluğuyla ün yapmıştır. 20.yy’da PARIS OKULU’ndan SOUTINE, Derisi Yüzülmüş Öküz (1920, Grenoble Müzesi) adlı resminde olduğu gibi bazı yapıtlarında ekorşe figürler kullanmıştır.

EKSENSEL (Aksial) : Bir eksen doğrultusunda ya da bir eksene göre oluşturulmuş kompozisyonları nitelemek için kullanılır. Örneğin, Rönesans resimleri eksensel bir düzen gösterir.

EKSPRESYONİZM : İfadecilik. Dışa vurum.

ENSTANTANE : Işığa karşı duyarlı filmin, ne kadar süre ile pozlandırılacağını tespit eden sistem.

ENTERİYOR : Ev içi resim.

ESKİZ : Bir projede, tasarımda veya sanat eseri niteliği taşıyan bir çalışmada, eserin son durumuna yakın ön hazırlık çalışmaları. / Eskiz, taslak çalışmalarından daha kapsamlı bir çalışma aşamasını ifade eder.

ESPAS : 1- Uzam / Bir resimde nesneler, formlar ve biçimler arasındaki boşluk, mesafe, ara, / Boşluktaki nesnelerin, formların ve biçimlerin birbirlerine göre ön-arka plan ilişkisi.2-Resimde derinlik etkisi, mekan.

ESTETİK : 1- Toplum ile doğada estetiksel olanın ; estetiksel değerler ile öznel estetiksel duyumsama ve duyguların ; estetiksel kültür ile estetiksel toplumsal bilincin; sanat ile toplumsal gerçeklik arasındaki ilişkilerin; sanatsal düşünme ile sanatsal yapıların içerik ve biçimin temel özyanlarının ; çeşitli sanatlar ile bu sanatların karşılıklı ilişki ve özelliklerinin özü, yasaları, işlevleri ve tarihsel oluşma ve gelişme süreçlerinin bilimi. 2-Eşsiz güzellik / duyumsamak, algılamak.

ESTETİKSEL DEĞERLENDİRME : Bir sanat yapıtında gerçeklikteki görüşlerin tanınıp tanınmasına yönelik bildirimin ayrılmaz parçası.Sanat yapıtında Estetiksel Değerlendirme ile hakikat, sanat yapıtının düşünce kapsamını vareden , diyalektik bir birlik oluştururlar.Estetiksel Değerlendirme her şeyden önce ,estetiksel değer; güzel,trajik, komik vb. kategorileriyle ilintilidir. 315

ESTETİKSEL HAZ : Sanat yapıtları , sanat duygusuna sahip güzellikten haz alma yeteneğinde bir izleyici kitle doğururlar; bu yüzdende ta başından beri sanat , çok çeşitli yollardan haz alınacak bir gereksinim olmuştur.Kapitalist toplumlarda toplumsal üretim ile özel sahiplenme arasındaki uzlaşmaz çelişki ,yabancılaşmaya, dolayısıyla emek ile Estetiksel Haz arasındaki bir karşıtlığın doğmasına olduğu kadar ,özel haz alma yeteneğinin Estetiksel Haz’ın nesnesiyle içeriğinden ayrılmasına da yol açar. 317

ESTETİKSEL OLAN : Estetiksel-olan en geniş anlamda insansal kültürün bir öğesidir.Estetiksel-olan’ın oluşumu ,tarihsel gelişimi ve toplumsal işlevi, bilimsel estetiğin kendi konusudur.Genel olarak Estetiksel-olan diye güzel-olan gösterilir. 318

ESTETİZM : Güzel-olan ‘ın biimsel doğasını mutlaklaştırarak içeriksel bileşkenlerini küçümseyen ya da yadsıyan anlayış ya da tavır. 321

ETNOGRAFYA (Ethnography) : Toplumların kültürlerini inceleyen bilim dalı. Çoğunlukla ilkel toplulukları ve halk kültürünü ele alır.

ETÜT : Herhangi bir konuda derinlemesine, ayrıntılı araştırma ve inceleme / Resimde uzun süreli ayrıntılı çizim ve boyama alıştırmaları.

EXLIBRIS (Ex libris) : Bir kitabın başlık sayfasında yer alan ve sahibinin kim olduğunu gösteren özel simge ya da damga.

-F

FANTASTİK : Gerçek olmayan, hayal edilen.

FANTAZİ SANATI : Düşe, doğaüstüye, büyüye ya da kurgubilime başvurarak gerçeği hiçe sayan sanat.

FİGÜR : Resimde kullanılan canlı eleman / iki ve üç boyutlu çalışmalarda insan ve hayvan formunun kullanılması.

FİGÜRATİF SANAT (Figürative Art) : Resim ve heykel sanatlarında, yalnızca gerçek varlık ve nesnelere gönderme yapan betileri kullanan sanat anlayışı. Soyut yada nonfigüratif sanata karşıt bir yönelimdir.

FİLTRE : Filmlerin üretildikleri renk ısılarında kullanılmamalarından kaynaklanan renk ve ton hatalarını gidermek için kullanılan saydam ya da yarı saydam malzeme.

FLAŞ: Fotoğraf çekimleri sırasında yeterli ışığı sağlamak için kullanılan aydınlatıcı cihaza Flaş denir.

FOLKLORİK YAPMA BEBEKLER : Osmanlı ve Anadolu insanının giyim tarzını ve yaşam şeklini, canlandıran bebekler yöresel kumaşlar kullanılarak ve aslına sadık kalınarak yapılmaktadır. Pamuk, Tahta, Kumaş vs. kullanarak ve tamamıyla elle şekil verilerek çalışılan bebeklerin hiçbir yerinde kalıp kullanılmamaktadır.

FORM : Bir şeyin dış biçimi ile birlikte, iç yapısına verilen ad. Nesnenin, içinin de nasıl bir yapıda olduğunu gördüğümüz, durumlar için kullanılır. Bu noktada biçim ve form birbirinden farklı kavramlardır. Üç boyutlu nesnelerin yapısal özelliği, boşlukta kapladığı alan.

FORMALİST : Biçimci

FORMAT : Genel biçim, ölçü.

FOTOĞRAF : Görüntünün(ışığın) bir mercekler sistemi aracılığıyla eczalı duyar kart üzerinde sabitleştirilmesiyle oluşan resimdir.

FOVİZM : Fransa’da etkili olan dışavurumcu resim üslubu olarak nitelenir. Bkz. Sanat Akımları.

FRESKO : Kireç ve mermer tozu karışımı yaş sıva üzerine yapılan sulu boya resim.

FRONTAL/ ALINSALLIK: Sanat yapıtında insan vücudunun ve özelliklede, omuzdan yukarısıyla başın tam ön cepheden betimlenmesi.

FROTAJ : OTOMATİZM doğrultusunda çalışan Gerçeküstücü sanatçıların uyguladığı “sürtme” tekniği. ERNST tarafından geliştirilen bu teknikte ahşap, taş ya da dokuma gibi dokulu bir yüzey üstüne yerleştirilen kağıda siyah ya da renkli bir malzeme sürtülerek dokunun kağıda geçmesi sağlanır. Böyle elde edilen rastlantısal desenler resimsel tasarımın temelini oluşturur. Türkçe’de “sürtme” ya da “ovalama” terimleriyle de karşılanır.

FÜTÜRİZM : Zamana bağlı çeşitli durumlar ile çeşitli yaşantıları birleştiren görüş.

-G

GALERİ : Sanat eserlerinin konulduğu ya da sergilendiği salon.

GEÇİŞ : Yan yana gelen BİÇİM’lerin farklı nitelikleri arasında uyum ve algı sürekliliğini sağlayan geçiş ya da uyarlama için kullanılan terim; özellikle klasik KOMPOZİSYON’larda bütünlüğü bozmamak için önemlidir.

GESTUEL : İnsan devinim ve davranışını renksel ve biçimsel yorumlamaya yönelik görüş.

GLAZE : Seramikte, bisküvi üzerine uygulanan renkli ya da transparan; cam gibi ince mineral tabaka için kullanılan terim.

GLIPTIC : Sözcük anlamı; boşaltmak, kazımak olup, genellikle taş işçiliğinde kullanılır / Mühür kazıma.

GOMALAK : Hindistan’da yetişen bir bitkiden üretilen ve ispirtoda eritilerek mobilya yapımında kullanılan bir çeşit zamk.

GOTİK : 12. yüzyıldan 15. yüzyıla kadar devam eden Avrupa Orta çağ sanatında bir stil.

GÖLGE-IŞIK IŞIK DÜZENİ ya da DAĞILIMI (Light and Shade Effect) : Yalnızca batı resim sanatına özgü bir kavram olan “gölge-ışık düzeni”, sanatsal gerçekliğin yeniden üretilmesi için gerekli olan bir yanılsama tekniğidir. Resimsel yapıtın içerdiği tüm betiler, bu teknik sayesinde bir kısmı gölgeli, diğer kesimleri ise aydınlıkmış izlenimi verecek biçimde betimlenirler. Böylelikle, bir yüzey sanatı olan resmin üç boyutlu nesneleri ifade etmekteki yetersizliği bir ölçüde giderilmek istenmiştir. Gölge-ışık düzeni Batı sanatının çeşitli dönemlerinde farklı bir tutumla gerçekleştirilmiştir. Örneğin, Rönesans resimlerinde betiler tek ve noktasal bir ışık kaynağından aydınlatılmış nitelikte betimledikleri halde, Barok’ta hemen hemen her beti ayrı ışık kaynaklarından aydınlanmış gibi resmedilmiştir. İzlenimci resmin ortaya çıkışı sonrasında gölge-ışık düzeni bütünüyle kullanım alanından çekilir ve Modern Sanat’ta hiç görülmez. Son yıllar Yeni Gerçekçilik gibi bazı figüratif akımlar bu tekniği yeniden gündeme getirmeyi denemektedirler.

GÖRSEL ALGI : Görsel duyunun birincil öneme sahip olduğunu algılama biçimi.

GÖRÜNÜŞ : Bir yapı veya herhangi bir nesneyi geometrik ve düşey iz düşümlerle gösteren ölçekli çizim.

GRAFİK SANATLAR : Resim, heykel, mimari ve dekoratif sanatlar gibi plastik sanatların önemli kollarından biridir. Diğer sanat dallarında estetik ön planda olduğu halde grafik sanatlar estetik ve mekaniğin iç içe olduğu bir sanat dalıdır, çünkü bu sanat dalında yapılan her iş baskılanmak (kopyalanmak) için yapılır. Baskı da bir teknik gerektirdiğinden o tekniği bilmek gerekir. Resim, fotoğraf, yazı ve karikatür sanatlarından yararlanan bu sanat dalı diğer sanatlardan farklıdır.

GRAFİTO : Kazıma yöntemiyle çanak çömlek süsleme.

GRAFİTİ : Stilize edilmiş insan figürleri, çeşitli yazılar ve renklerle, özellikle kent sokaklarına uygulanan, kendiliğinden anlatım biçimi.

GRAVÜR : Metal levhanın kazılmasıyla yapılan baskı tekniği. / Ahşap ya da metal baskı kalıpları ile, kazı resim tekniği kullanılarak yapılmış
sanatsal ürün.<>

GREN : Fotoğrafın üzerindeki keskinlik, kumluluk oranı. Gren arttıkça kumluluk artar.

GRİFON : Baş ve kanatları kartal, gövdesi aslan biçiminde mitolojik yaratık.

GRİZAY : Gri tonların kullanıldığı tek renkli resim.

GROTESK : 1- Tiyatro da karikatürleştirme işleminin özü olan grotesk, seyirciyi yabancılaştırarak tuhaf ve şaşırtıcı biçimlerle karşıt görüntüleri birleştirerek güldürmeye yönelen, ussal dizgeye karşı çıkarak, ussal bir sonucu getiren, temelde ciddi, ama görünüşte gülünç ve abartılı olan biçim. 2- Alaycı,gülünç,akıl dışı.

GÜZEL OLAN : Temel estetiksel değer kavramı.Kökence , ‘‘güzel’’ kavramı ‘‘baktırmak’’ , ‘‘baktırmak’’, ‘‘albenili olmak ‘’kavramlarıyla yakın anlamlı kullanılmıştır.Güzellik kavramının maddeci estetikte,güzel-olanı ya yalnızca sanat yapıtlarına ya da ‘‘sanatta güzelin özerkliği’’nden yola çıkarak sanat yapıtını belirlemeye çalışan estetiklerden ayrı bir yeri vardır.Maddeci estetik, güzel-olanın yalnızca sanat biçiminde var olduğu görüşünde olmadığı gibi , sanatında yalnızca güzel olanca belirleneceği görüşünde de değildir.Güzel olana ilişkin yaşantı, insan etkinliğinin,insanın yaratıcı bir gücünün sonucudur.

-H

HACİM (FORM) : Heykel gibi, mekanda yer işgal eden bir kütleye veya hacime dairdir. Bu yanılsamayı sağlayabilmek için sanatçılar modle etme (modelling) veya tarama(hatching) gibi teknikler kullanırlar.

HAREKET (MOVEMENT, DYNAMISM) : Enerjisi veya gücü var gibi görünen , resimlerin devinim halinde olduğu izlenimi veren yanları. Bu devinim aslında gerçekte yoktur; ancak öznelerin akla getirdiği gayretkeş eylemlerin yarattığı yanılsamadır.

HAT : Arap harfleri çevresinde oluşmuş güzel yazı sanatı.

HATTAT : Hat sanatıyla uğraşan kişiye “güzel yazı yazan sanatçı” anlamına gelen “hattat” adı verilir.

HAPPENING : Önceden tasarlanmamış, anlık dürtülerle yönlendirilen ve bir toplulukça gerçekleştirilen sanatsal eylem.

HAVA PERSPEKTİFİ : “Atmosferik Perspektif” olarak da bilinir. Resim sanatında fon farklılıklarıyla yaratılan derinlik YANILSAMA’sı. Uzaktaki nesnelerin havanın etkisiyle daha açık tonla algılanması temeli üzerine kurulmuştur. Atmosferdeki nem, toz parçacıkları ve benzeri maddeler, ışığın saçılmasına neden olur. Bu saçılmanın derecesiyse renge, yani ışığın dalga boyuna bağlıdır. Kısa dalga boyuna sahip olan mavi en fazla saçılım yarattığından, renklerin uzaklaştıkça maviye çaldığı görülür. Uzun dalga boyuna sahip olan kırmızıysa en az saçılıma olanak tanıdığından, uzaktaki parlak nesnelerde mavinin azalmasına ve renklerin kırmızıya çalmasına neden olur.Bir terim olarak ilk kez LEONARDO da VİNCİ tarafından kullanılmakla birlikte hava perspektifi Antik Çağ’dan beri bilinmektedir. ROMA döneminde Pompei’deki duvar resimlerinde kullanılmış, 8.yy’daysa ÇİN resimlerinde görülmüş ve en yetkin düzeyine Song dönemi manzara resimleriyle ulaşmıştır. Bütün Ortaçağ boyunca unutulan bu teknik, 15. yy’da Flaman ressamlarınca yağlıboya resimle birlikte yeniden kullanılmaya başlanmıştır. 16. yy’da Vinci’nin dışında bu teknikten yararlanan en önemli RÖNESANS ressamları CORREGGİO ve TIZIANO’ydu. 17. yy’da RUBENS, CLAUDE LORRAIN, Albert Cuyp ve HOBBEMA özellikle MANZARA resimlerinde hava perspektifini ustaca kullanmışlardır. Bu tekniği bütün olanaklarıyla doruk noktasına çıkaran sanatçıysa J.M.W.TURNER olmuştur. Turner’ in resimlerinde sonsuza uzanan MEKAN duygusu ve buğulu atmosfer, daha sonra MONET ve İZLENİMCİLİK’in öbür temsilcileri tarafından da kullanılmıştır.

HEYKEL : Çeşitli maddelerden yontulmak, yoğrulmak yada kalıba dökmek suretiyle yapılan ve bir düşünceyi canlandıran üç boyutlu sanatsal obje / Üç boyutlu sanat yapıtları.

HUE : Bu tanım kırmızı, sarı, yeşil, mavi gibi renk skalasındaki değişik dalga boylarını anlatır.

-I, -İ

İDEAL : Bir işte veya bir çalışmada amaç edinilen üst düzey hedef.

İDEALİZM (Idealism) : İdealizm en basit deyişle standartlaşmış biçim anlamına gelir. Sanat alanında maddesel bir nesneyi değil de, onun zihinsel kavramının tasarımını karşılayan sanat yapıtı, aslında bir idea’ nın tasarımıdır. Platon’ a göre idealar tek gerçekliklerdir ve sanatın gerçek işlevi de tek gerçeklikler olan bu ideal biçmlerin yansıtılmasıdır. Böylece mimesis ( öykünme, taklit) kuramı oluşur. Mimesis kuramının oranlara, klasik armoni kurallarına ve geometriye dayalı ilgisinin yüzyıllardır insan zihninde yer alması sanatçıları seçme yapmaya zorlamış ve mutlak güzellik anlayışına ulaşmak için ideal biçimler yaratılmıştır. İdeal sanatın kurucuları Yunanlı sanatçılardır. Yunan tanrı ve tanrıçalarında, Roma’ da imparatorluk tasvirlerinde, Rönesans’ ta genel figür anlayışı içerisinde kullanım bulan bu anlayıştan, modern dönemde de lider tasvirleri söz konusu olduğunda yararlanılmıştır.

İDEOGRAM : Bir düşünceyi betimlemek için kullanılan; grafik ya da resim gibi basit gösterge.

İDOL : Çok tanrılı dinlerde küçük tanrı yada tanrıça heykelciği.

İKON : Ortodoks kilise sanatında Hz. isa ve Hz. Meryem ya da azizleri simgeleyen resim.

İKONOGRAFİ (Iconography) : (1) Dinsel içerikli sanat yapıtlarında dinsel olay ya da kişi ile ilgili tipleşmiş hatta bir ölçüde standartlaşmış biçim düzenlerini veya kalıplarını inceleyen bilimsel disiplin. (2) Simgesel dil.

İLLÜZYON : Yanılsama.

İMGE : Yazınsal ürünlerde, dile getirilmek isteneni daha canlı, daha etkili, duyumsanabilir, göz önüne getirilebilir bir biçimde anlatmak için, onunla baka şeyler arasında kurarak zihinde canlandırılan yeni biçimlerdir. Zihinsel görüntü.

İMGELEM : 1- Önceden görülmüş varlıkların, yaşanmış olayların zihinde canlandırılması. Farklı kaynaklardan olanları bir araya getirerek yaratmaktır.2- İmgelerin birbiriyle olan ya da kurulabilen bağlantısını kurma yetisidir.

İMPERASYON : Düşünmenin ana maddeleri iç ve dış duyumlar.

İRONİ : Alaysılama, alaya benzer ciddi olmayan tutum.

İSKELET : Bir yapı,anıt,heykel mobilya v.b. nin taşıyıcı strüktürü.

İSTOMP : Kara kalem çalışmalarında yumuşak bir ton elde etmek için kullanılan kağıttan yapılmış kalem.

IŞIK – GÖLGE (Chiarascuro) : Tek renkli resimlerde ton farklılıklarıyla elde edilen aydınlık ve karanlık alanları tanımlar. Resimden önce ağaç baskıda uygulanan ışık- gölge karşıtlığı figüre heykelsi bir görünüm kazandırır. Resim alanında önce Leonardo da Vinci’ nin yapıtlarında uygulanmakla birlikte, Barok dönemde yaygınlık kazanır ve Romantik dönemde de yoğun duygusal etki yaratmak amacıyla kullanılır. Çizgisel bir kompozisyonda ışık genel anlamda kullanılırken, Leonardo sonrasında ve özellikle de Barok dönemde genellikle kompozisyonun bir köşesinden geldiği düşünülen diagonal ışık kullanımı söz konusudur ve kompozisyonun ışıklı kısmı belirginlik kazanır. Böylelikle Barok resim bir tiyatro sahnesi kullanılan ışık da takip ışığı gibi algılanır. Işığın verdiği imkanlar çerçevesinde sınırlanan kontur çizgisinin eriyip arka fondaki gölgeli kısma geçmesi ışık- gölge kullanımına dayalı kompozisyonların tipik özelliğidir.

İZOKEFALİ : Bir kompozisyon’ da tüm figürlerin boy ve önem farkı gözetilmeksizin başları aynı hizzaya gelecek biçimde yerleştirilmesi. Özellikle YUNAN sanatının Klasik Dönem kabartmaları için kullanılan bu terim, RESİM ve GRAFİK SANATI’nda da geçerlidir.

-J

JANR-TÜR RESMİ (Genre) : 17. yy itibariyle burjuva kesiminin gündelik yaşamını gerçekçi bir biçimde betimleyen küçük boyutlu resimler için kullanılmaktadır. Tür resminin konusunu orta sınıfın ve de özellikle de köylülerin yaşamı oluşturur. 17. yy Hollanda’ sının Protestan kesiminde öne çıkan bu tür resimler, boyutları itibariyle burjuva kesiminin evlerine de girebilmiştir. Karşıt görüşler bulunmakla birlikte bu resimlerde Protestan ahlakının yüceltildiği ve resimlerin her birinin ahlaki çıkarımlar sağladığı bilinir.

JANSENİZM : Dinsel öğreti. Günahla dolu olan insan bu günahlarından arınmak için tanrının bağını dilemek ve beklemek zorundadır. Jansenizm, kaderci, özgür iradeyi dışlayan bir yaklaşımdır. buna göre insanın hayatta yaptığı seçimler, kendi seçimleri değil, kaderin onu gönderdiği yolun bir parçasıdır sadece.

-K

KABARTMA : Bir düzlem üstüne tasarlanıp gerçekleştirilen heykel türü.

KADRAJ : Her türlü resimsel düzenin çerçeve sınırlarının belirlenmesi işlemi. Özellikle fotoğraf sanatı ürünleri için kullanılır.

KALİGRAFİ : Güzel el yazısı.

KAOLEN : Porselen yapımında kullanılan kaliteli beyaz kil.

KAPALI KOMPOZİSYON (Closed Composition) : Resim sanatında bir yüzey üzerinde betimlenen tüm “gerçeklik”in kompozisyonun sınırları içinde bulunması durumu. Böyle bir kompozisyonda betinin tümü resim düzlemi içinde bulunmak zorundadır; sadece bir kesiminin resmedilmesi söz konusu olamaz. Doğal gerçeklik düzleminde betimlenmesi amaçlanan tüm nesneler düzenli bir “istif” içinde bakış açısı içinde yer almazlar. Kapalı kompozisyon bunları sanatsal gerçeklik düzleminde yeniden ürettiği zaman, hepsi bakış açımız içinde bulunuyormuşçasına betimler. Kapalı kompozisyonun en belirgin örnekleriyle Rönesans sanatında karşılaşılır. Bu tür örnekler, resim düzlemi üzerinde betimlenenin dışında dışın da kalan dünyayla ilgili hiçbir ipucu vermezler. Buna karşılık, karşıt uç olan açık kompozisyonda ve onun en yoğun kullanıldığı Barok’ta, betiler doğadan alınmış bir kesitmişçesine kompoze edilir. Doğal gerçeklik kompozisyonu sınırlarının ötesinde de varlığını sürdürmektedir; resim bu izlenimi vermeyi amaçlar.

KARKAS : Ahşap, çelik ya da betondan iskelet yapı.

KARŞITLIK (Contrast) : Resmin diğer tüm unsurları arasındaki karşıtlıklar resmin anlatım olanaklarının en önemli unsurlarından birisidir.

KARŞI SANAT : Dadacılar’ca öne sürülen bir terim. Her tür akademikleşmiş sanata karşı olan dada akımı yandaşlarınca günün geçerli tutucu eğilimlerini eleştiri amacıyla üretilen tüm yapıtları niteler. Bu eleştirel tutum bir pisuarın sanat yapıtı olarak sergilenmesine dek varmıştır. İster eklektisist ister modern doğrultuda olsun, sanatta yaratma sorunuyla ilgilenen tüm anlayışları yadsımıştır. Karşı-sanat yandaşları için bir biçim bulma ya da oluşturma kaygısı söz konusu değildir. Onlar biçimleri veya sanatsal öğeleri, ancak, çevrelerindeki nesneler arasından seçerler; ama kendileri bir üretime kalkışmazlar.

KAŞİ : 18. yüzyıla kadar Osmanlılarca Mimaride kullanılan Çiniye verilen isim.

KEÇE : Hayvansal liflerden genellikle yünün ısı, nem, basınç altında, sabun, yağ, asit vb. yardımıyla birbirlerine kenetlenmelerini sağlayarak oluşturulan dokudur.

KISALTIM (Rakursi) : Resim sanatında tek bir figürün ya da nesnenin, derinlik duygusu verecek şekilde betimlenmesi anlamına gelen terim, derinlik duygusunu yanılsama yoluyla yaratması açısından bir perspektif türü olarak kabul edilir. Kısaltımda, betimlenen nesneye ya da figüre belli bir uzaklıktan ya da alışılmadık bir açıdan bakıldığında ortaya çıkan biçim bozmalar yumuşatılarak tuvale aktarılır. Örneğin; yatan bir figürün ayak ucundan bakıldığında, ayaklar olduğundan büyük, baş da küçük görünür. Kısaltımı kullanan sanatçı, ayakları göründüğünden küçük, başı da o oranda büyük vererek biçim bozmaları yumuşatır. Sanat tarihinde kısaltımın en iyi bilinen örneği Mantegna’nın Ölü İsa adlı kompozisyonudur.
Özellikle 20. yy içinde üretilmiş çeşitli nesnelerde rastlanan zevksiz, kökeni belirsiz ve estetik değer taşımayan bir tasarım anlayışını nitelemek için kullanılan bir terim. Türkçe ‘de yakın anlamlı olarak “rüküş” sözcüğüyle karşılanabilir. Kitsch, grafikten endüstri tasarımına ve mimarlığa kadar uzanan geniş bir alanda estetik düzey düşüklüğünü nitelemek için kullanılır. Stuttgart’ta bu tür ürünleri sergilemek için bir de müze açılmıştır.

KİL : Çapı; 0,005 mm’den küçük olan toprak parçacıkları. / Porselen ve seramiğin ana maddesi olan ve hidratlı Alüminyum Sülfat olan yoğrulabilen, kuruduğunda ise kırılmaya karşı direnç gösteren malzeme.

KİNETİK SANAT : Devingenlik niteliğine sahip heykel sanatı ürünü.

KLASİK : Her zaman için beğenilen, modası geçmeyen, eskimeyen eserlere verilen ad.

KOLAJ (Collage) : Dadacılarca yaratılmış bir resim tekniği. Elde mevcut her türlü basılı, çizili ya da fotografik malzemenin bir yüzey üzerine yeni bir kompozisyon oluşturacak düzende yapıştırılmasıyla elde edilir. Böylelikle, kendileri sanatsal nitelikte olmayan çeşitli malzemeler, yalnızca yeni bir kompozisyon oluşturmak için kullanılmaları sayesinde bir sanat yapıtı meydana getirirler. Bu durumda sanatsal üretim süreci, sadece bir kompoze etme etkinliğine indirgenmiş olur.

KOLAJ BASKI ( Kolografi) : Bu teknik geniş parçaların metal ve tahta baskı plakası üzerine yapıştırılarak ayrı ayrı parça etkisi bırakacak şekilde baskının gerçekleştirilmesidir.

KOMPOZİSYON (Composition) : Bir sanat yapıtında öğelerin düzenlenmesi – bir ölçüde iskelete benzetilebilir – vazgeçilemez ancak görünmez olan alt yapı.

KONSTRÜKSİYON (Costruction) : (1) Bir yapıda taşıyıcı nitelikte olan ya da olmayan bütün imalatlar. Bir inşa etme eylemi sonucunda ortaya çıkan ve bir araya gelerek yapıyı oluşturan öğeler bütünü. (2) İnşa etme etkinliği. Yapım.

KONSTRÜKTİVİZM : Resim,Heykel ve mimarlık alanına egemen olmuş bir sanat akımı.

KONTRAPOSTO ya da KONTRAPOST (Contrapposto) : Resim ve heykelde insan betisi resmedilir ya da heykeli yapılırken kullanılan klasik duruş (poz) biçimlerinden biri. Bu pozda ayakta duran kişi, kalçası ve bacaklarıyla gövdesinin üst kesimi hafifçe farklı yönlere dönük olarak betimlenir. Sözcüğün kökeni İtalyanca “contrapposto”dur.

KONTRAST : Siyah-beyaz arasındaki ton farkı veya konu üzerinde görülen parlak ışıklarla gölgeli kısımlardan yansıyan ışıkların oluşturduğu açıklık-koyuluk farkına verilen addır.

KONTUR (Contour) : Dış çizgi. Bir nesnenin dış hatları, sınırları anlamına gelen terim, nesnelerin silüetlerinin ya da kütle içindeki biçimlerinin çizgisel olarak belirlenmesine yarar.

KROKİ (Sketch) : Resim sanatında yalnızca çizgi ile yapılan ve ana hatları gösteren, ayrıntılara inmeyen taslak. Kroki bir yapıtın ön çalışması niteliğinde olabileceği gibi, böyle bir amaç gözetilmeden de yapılabilir. “Eskiz” sözcüğü ile yakın anlamlıdır. Mimarlıktaysa, daha çok, bir yapıyı çevresiyle birlikte gösteren ayrıntısız ve şematik bir plan anlamına gelir.

KROMATİK (Cromatic) : Sanat yapıtında “renkli” anlamında niteleyici olarak kullanılır.

KROMETERAPİ : Renklerle tedavi.

KURGU : Bir sanat eserinde, eseri meydana getiren sanatsal öğelerin sanatçını isteğine ve yaratıcılığına bağlı olarak bir araya getirilmesi.düzenlenmesi ve eserin bütünlenmesi.

KUROS : Çıplak genç heykeli / Grek dilinde : Delikanlı, genç.

KÜBİZM : Kendini geometrik dille ifade eden bir sanat akımı / Doğa görünüşlerinin geometrik parçalanmaya tabi tutup, tablo yüzeyini doğa unsurlarından kurtararak yeniden inşa etme anlayışı.

KÜRATÖR : (Latince: curatus; İngilizce: curator): Bir müze, galeri, arşiv veya kütüphane koleksiyonunun yöneticidir. Çağdaş sanat bağlamında küratör, sergi düzenleyicisi anlamında kullanılır. Bu anlamda küratörler, bir koleksiyonu arzuladıkları bir etkiyi yaratmak amacıyla düzenlerler. Serbest küratörler (freelance curator) ise herhangi bir galeri veya müze adına çalışmayan, çağdaş sanatta nispeten yeni ortaya çıkmış kişilerdir. İsviçreli Harald Szeemann bu tür küratörlere verilebilecek örneklerdendir. Günümüzde, sanat kurumları, karşılarına çıkan finansal konulardan teknolojiyle ilgili uygulamalara kadar birçok sorun karşısında küratörlerin rolünü tekrar gözden geçirmek durumunda kalmışlardır. Bunun sonuçlarından birisi ABD ve İngiltere gibi ülkelerdeki üniversitelerde verilen küratörlük uygulamaları dersleridir. Bağımsız küratörler kendi özel yöntemleriyle sergiler oluşturmaları için veya ortak çalışma amacıyla galeri ve müzelerce davet edilebilmektedirler.

-L

LAHİT : İçine ölülerin konulduğu özel sanduka

LASCAUX : Fransa’nın Dordogne bölgesinde, Montignac yakınlarındaki Vezere vadisinde, içindeki çok önemli tarih öncesi duvar resimleri ile ünlü mağara.

LAVİ : Sulandırılmış tek renkle ya da mürekkeple yapılan çalışma. / Siyah, kahverengi ve çini mürekkebi gibi koyu renk boyaların sulandırılması ile elde edilen ve açıktan koyuya doğru pek çok değerler sağlayan resim çalışması.

LEKE : Resim yüzeyi üzerine boya ile yapılmış herhangi bir iz.

LİTOGRAFİ : Taş baskı / Litografi sözcüğünün kökü eski Yunanca olup “taş üzerine yazılmış” anlamına gelir. Mikroskobik deniz hayvanlarının kireçtaşı kabuklarından meydana gelmiş yer tabakalarının basıncı altında ve milyonlarca yılda oluşmuş doğal taşlar baskı kalıbı olarak kullanılır.

LİNOL BASKI : Düz baskılı grafik tekniği.

LOKAL RENK (mevzil renk) : Bir cismin natürel görüntüsünü vermekte kullanılan renge “local renk” (mevzil renk) denir.

LUSTRE : Parlaklığın, ışıklılığın çeşitlemeleridir.

-M

MAKET : Var olan yada tasarlanan bir yapıtın tümünün ya da bir bölümünün ya da bir yapı elemanının, ölçekle küçültülerek ya da büyültülerek yapılan üç boyutlu temsili modeli.

MAKİNA DEVRİMİ : 18. yüzyıldan 19. yüzyılın ortalarına kadar olan endüstriyel gelişme.

MANIERISM : Rönesans anlayışını takip eden süreçte ve daha sonrasında Avrupa’ya ve Avrupa ülkelerinin deniz aşırı sömürgelerine uzun sure hakim olan barok sanattan önce kısa bir sure için etkin olan akıma manierism denir.

MEKAN (Space, Espas) : Uzayın sınırlanmış parçası. Mimarlık mesleğinin konusunu oluşturur. Aynı zamanda, mekan bir mimari ürünün vazgeçilmez tek niteliği, bir mimari ürünü var eden temel koşuldur. Bir mekan oluşturmak için onun mutlaka her yönden kesin engellerle sınırlanması gerekmez. Mekanı oluşturan sınırlama fiziksel olabileceği gibi, yalnızca görsel de olabilir. Örneğin, ışık herhangi bir somut engel niteliği taşımadığı halde, bir mekanı belirleyebilir. Mekan yalnızca bir yapının “içi” olarak düşünülmemelidir; yapıların tek başlarına ve diğer yapılarla birlikte oluşturduğu bir “dış mekan”da söz edilebilir. Ayrıca, mekan bir mimari ürünün dördüncü boyutudur. Bir yapıyı üç boyutlu bir kitle olmaktan çıkaran özellik bir mekana sahip olmasıdır. Yapı onun sayesinde, en, boy ve yüksekliğin ötesinde bireyin devingenliğinden kaynaklanan anlık yaşantılarla edinilen bir mekan boyutu kazanır. Mekan boyutunun kişinin devingenliğinden ötürü, sayısız yaşantılar yaratabilme niteliği mimarlıkta birinci boyuttan bahsedebilmeyi olanaklı kılmaktadır.

MİMESİS : Görülen şeylerin taklidi anlamına gelen bir terim olan mimesis, Türkçede “yansıtma” ya da “öykünme” terimleriyle ifade edilmektedir.

MİNYATÜR : 1-Ortaçağ Avrupa’sında el yazması kitapların bölüm başlarındaki ilk harfler “minium” denilen maden kırmızısı (sülüğen) ile boyanıp süslenirdi. Daha sonraları kitapları süslemek için yapılan resimlere de bu ad verilmiştir. 2- Çok ince işlenmiş ve küçük boyutlu resimlere ve bu tür resim sanatına verilen addır. / Özel yöntemlerle işlenmiş küçük boyutlu resim.

MİNİMAL SANAT : Soyut sanatın vardığı en uç nokta.

MİTOLOJİ : Bir milletin uydurduğu ve inandığı efsanelerin tümü.

MODEL : Bir sanatsal çalışmada anlatılmak üzere seçilen nesne.

MODELAJ – MODELASYON : Kil ya da balmumu gibi yoğrulabilen malzemelerle üç boyutlu plastik biçim oluşturma anlamına gelir. Bu biçim heykel yapımında döküm ya da model için kullanılabileceği gibi, sanatsal bir ürün olarak da değerlendirilebilir. Terim; resim, çizim ve fotoğrafçılıkta ışık, ton karşıtlığı, renk ve perspektif denetimiyle iki boyutlu biçimlere gerçekteki üç boyutluluk yanılsamasını kazandırmak için yapılan uygulamayı karşılar.

MODERN : Geleneksel olmayan, çağdaş görüşü ifade eden.

MODLE (Modülasyon) ETME (Modelling) : Resimde gölgeleri, gölgelemeyi ve ışıklı noktaları kullanarak biçimlerin gerçek oldukları ve hacme sahip oldukları yanılsamasını sağlama tekniği.

MODÜLASYON : Resimde ışık-gölge, degredasyon ya da çeşitli ilişkiler kullanarak biçimlerin gerçek oldukları ya da üç boyutlu bir forma sahip oldukları yanılsamasını sağlama tekniği..

MONOKROMİ (Monochromy) : Bütün görsel sanatlar ve mimarlıkta tek renklilik. Yalnızca siyah ve çeşitli gri tonları kullanılarak yapılabileceği gibi, aynı rengin tonlarıyla da gerçekleştirilebilir. Polikromi (çok renklilik) sözcüğünün karşıt anlamlısıdır.

MONOGRAM : Herhangi bir kişinin ya da sanatçının isminin baş harfleriyle yapılan düzenleme.

MONOTİPİ BASKI : Boyalı cam veya metal levhalar üzerine kağıt bastırılarak uygulanan baskı tekniği. bkz. Resim Bilgileri/Monotip baskı.

MOTİF (Pattern) : 1- Bir yapıtta yinelenen çizgi ve renklerin her birine verilen ad. 2- Eseri meydana getiren parçalardan biri. 3-.Tezyinatta süs teşkil eden ayrı ayrı biçimlere verilen ad.

MOZAİK : küçük renkli cam ve taşların yüzey tabakasına yan yana yerleştirilmesi ile oluşturulan bir resim türü.

MULAJ (Moulage, Impression) : (1) Heykel yapımı için alçı ya da metal eriyiğini kalıba dökme işlemi. (2) Herhangi bir nesnenin alçı ya da bal mumu ile kalıbının alınması işlemi. (3) Yukarıdaki işlerin sonucunda elde edilen kalıp.

MULTİPLES : Çoğaltılmış nesneler; 20. yüzyılın ortalarına değin, yalnızca döküm heykellerle grafik sanatları ürünlerinde sınırlı olarak uygulanan “Çoğaltma” yöntemi. bu tarihten sonrada başka sanat ürünleri içinde kullanılmıştır.

MÜZE : Sanat ve bilim eserlerinin görülüp yararlanılması için sergilenen yer.

MSURHMK (kıs.) : Mimar Sinan Üniversitesi Resim Heykel Müzesi Koleksiyonu

-N

NAİF RESİM (Naive Painting) : Herhangi bir mesleki eğitim görmemiş ressamlarca üretilen ve çocuksu bir betimleme anlayışını yansıtan resim sanatı ürünleri. Naif resim perspektifin kuralların yadsıyışı ve çocuksu anlatımı dışında genel üslup özellikleri göstermez. Naif ressamlarca geliştirilen teknik ve üsluplar, hemen daima kişisel niteliktedir. Bunlarda çoğu kez büyük bir ayrıntı zenginliği gözlemlenir. Dış gerçekliği akademikleşmiş yanılsama teknikleriyle değil de, adeta “masum bir gözle” algılayıp betimlemeleri açısından sanatsal değer taşırlar. 19. yüzyılın ikinci yarısında beliren Naif Resim’ in en tanınmış ustaları H. Rousseau ve G. Moses’dir.

NAKKAŞ / MUSAVVİR : Minyatür sanatçısı.

NATÜRMORT : Ölü doğa resmi.

NEGATİF : Çekilen konuların ters tarafa görüntü veren özelliğe sahip film görüntülerine negatif denir.

NEFT YAĞI : Sakız ağacı cinsi bir ağaçtan ya da çam ağaçlarından çıkarılan reçineli bir sıvıdır. Bu maddeyi imbikten çekerek elde edilen sıvıya terebentin denir. Toz boyalardan yağlı boya yapmak ve boyaları sulandırmak için kullanılır. Boyalar neft yağında eritildikten sonra içerisine bezir yağı katılmak suretiyle koyulaştırılır. Neft yağı yağlı boyayı çürüttüğü için fırçaları ya da boyanın buıaştığı yerleri temizlemeye yarar. Yağlı boyanın çabuk kuruması için de az miktarda neft yağı ile karıştırılabilir.

NEOKLASİZM : Yeni klasisizm

NOKTA : Küçük ve merkezi nitelik gösteren dairesel leke veya benektir. / Merkezi dengeye sahip bir yüzeysel etki öğesidir.

NONFİGÜRATİF SANAT (Non-Figuritive Art) : Resim ve heykelde, gerçek varlık ve nesnelere gönderme yapan betileri kullanmayan sanat anlayışı. Non figüratif sanatta betiler gerçek birer nesne ya da varlık olarak tanınamazlar. Onlar yalnızca sanatsal gerçeklik düzleminde varolurlar. “Non-figüratif sanat” sözcükleri günümüzde artık sanat yazını alanında pek kullanılmamaktadır. Sözcük anlamının “betisel olmayan sanat” oluşu nedeniyle, “nonfigüratif” nitelemesi gerçekte bu sanat anlayışını tam olarak anlatamamaktadır. Hangi anlayışta üretilirlerse üretilsinler, tüm resim ve heykel yapıtları betisel niteliktedir. Dolayısıyla, ayırıcı ölçüt bu değil, betilerin gerçek varlıklara mı, yoksa sanatçının imgelem dünyasına mı gönderme yaptığıdır. Bundan ötürü, nonfigüratif sanat yerine günümüzde Soyut Sanat terimi yeğlenmektedir.

NÖTR RENKLER : Işığın tek bir dalga boyunu yansıtmayan tonlardır. Bu tonlar sadece karanlığın veya aydınlığın etkilerini “siyah-beyaz veya gri olarak” yaratan tonlardır.

NÜ (Nude) : Resim ve heykel sanatında çıplak kadın betisi. İlk olarak Antik Yunan ve Roma sanatlarında görülen nü, Ortaçağ’da hemen hemen ortadan silinir. Bu dönemde çıplak kadın betisi sadece Havva’yı ve cehennemde cezalandırılma sahnelerini resmetmek için kullanılmıştır. Rönesans nü’yü yeniden keşfederek geniş ölçüde uygulamıştır. Bu dönemden başlayarak kullanımı Avrupa sanatında hiç azalmadan sürer. İslam ve genel olarak Doğu sanatlarında ya hiç, ya da pek seyrek görülür.

NÜANS : Renk ayrıntısı, renk derecesi

O-Ö

OBJE : Nesne / Üç boyutlu her şey.

OBJEKTİF : Görüntüyü film üzerine net olarak yansıtan ince ve kalın kenarlı merceklerden oluşan optik sistem.

OBTÜRATÖR : Objektiften film üzerine düşen ışığın süresini ayarlayan, otomatik olarak açılıp kapanan, siyah bez veya çelikten yapılmış perdedir. Verilen enstantane değerine göre açılır ve kapanır. Makinenin en kolay bozulan ve en zor tamir edilen parçasıdır.

OFSET BASKI : Bavyeralı Alois Senefelder’in 1799’da bulduğu litografik baskı (taşbaskı) tekniğinin rafine edilmiş biçimidir.Litografik baskı tekniğinin ticari biçimine “Ofset baskı” adı verilir.

OEUVRE (Oeuvre) : Fransızca kökenli bu sözcük, bir sanatçının yaşamı boyunca ürettiği tüm yapıtları ifade eder. Türkçe’de çok seyrek kullanılır.

OP SANAT : Hareket eden bazı şekillerin duvara aksettirilmesi ile oluşan hareketli resim.

ORAN (Proportion) : Resimde oranlar ile çok farklı yanılsamalar sağlanabilir.

ORYANTALİZM : Doğu konularını içeren, doğuya yönelik.

OTOMATİZM : İradeden bağımsız olarak ve hatta kimi zaman bilincin dışında gerçekleşen, kendiliğinden bir faaliyettir.

ÖNE ÇIKARMA (Emphasis) : Resmin içindeki bir veya bir kaç öğenin vurgulanması.

ÖZGÜN BASKI (Print) : Çeşitli basım teknikleriyle çoğaltılmış resimsel sanat yapıtı. Bir yapıtın özgün baskı sayılabilmesi için çoğaltılmak amacıyla yaratılması gerekir. Örneğin, ünlü tabloların basım yoluyla çoğaltılması (reprodüksiyon) tekniği bir özgün baskı türü değildir. Özgün baskı yapımında her türlü kazı resim tekniği yanında, serigrafi, taşbaskı vs. gibi teknikler de kullanılır.

-P

PANO : Dekor ya da resim yapmak için kullanılan etrafı çerçeveli düz yüzeyler. Üzerine tanıtma ya da açıklama kağıtları tutturulmak üzere hazırlanmış olan levha.

PANORAMA (Panorama) : (1) Bir doğal ya da kentsel manzarayı ufka kadar uzanan ve çok geniş bir bakış açısıyla betimleyen resim. (2) Büyük boyutlu panoramaları sergilemek amacıyla inşa edilmiş yapı türü. Silindir biçiminde olan ve ışığı üstten alan bu yapılarda, resim tüm düşey yüzeyleri kesiksiz olarak kaplar ve silindirin tabanında bulunan yükseltilmiş bir platformdan seyredilirdi. Bu türden ilk gösteri 1799’da Paris’te R. Fulton tarafından yapılmış, sonraları, 19. yüzyıl boyunca tüm Avrupa kentlerinde yaygınlaşmıştı. Panorama yapılarında genellikle doğal görüntüler ve savaş sahneleri sergilenirdi.

PARADOKS : Çelişki. 3 . felsefe Düşünceler arasında tartışmaya açık, kesin bir yargı içermeyen karşıtlık.

PARODİ : Ciddi olduğu varsayılan bir yapıtın bir bölümünü ya da tümünü koşutlukları koruyarak alaya alan, biçimini bozmadan ona bambaşka bir içerik vererek, özle biçim arasındaki bu karşıtlıktan gülünç ve eleştirel etkiyi var eden oyun biçimi.

PASTEL : En az miktarda zamk kullanılarak çubuk haline getirilmiş boya maddesi.

PASTİŞ : Direk bir kopya olmayan, ama başka bir sanat eserinden ödünç alınan tarz ve elemanlar kullanılarak yapılan sanat eseri.

PASTORAL : Kırsal alanlarda geçen, çoban yaşamını tasvir eden sanat eserlerini tanımlamak için kullanılan terim.

PATİNE : Bir nesnenin ya da yapının zamanla yüzeyinde oluşan renk, kir ve pas tabakası

PENTÜR (Painting) : Yağlıboya tablo anlamında kullanılır. Kökeni Fransızcadır.

PERSPEKTİF (Perspective) : Üç boyutlu gerçeklikleri iki boyutlu resim düzlemi üzerinde betimleyerek, üçüncü boyut yanılsaması yaratma işine yarayan bir resim ve çizim tekniği. Antikite de bugünkü anlamıyla perspektif tekniği kullanıldığı söylenemezse de, örneğin, Pompei duvar resimlerinde üçüncü boyut verme çabası önemli bir yer tutar. Fakat, gerçek perspektifin ancak 15. yüzyılda Rönesans’la birlikte ortaya çıktığı kesindir.

PEYZAJ : manzara / Görünüm / Sokak manzarasının sanatsal ifadesi

PİGMENT : Her türlü boyanın renk verici ana maddesi.

PİKTÜREL OLUŞUMLAR : Görsel etkinin, fırçanın geniş hareketleriyle verilmesi.

PİKTOGRAFİ : Bir nesneyi ya da düşünceyi bir resimle sembolleştirmek. Piktografik, yani resimli yazılar yazının en eski örnekleridir.

PİTORESK (Picturesque) : Estetik etkiyi matematiksel düzen bağıntılarıyla değil de, doğadaki gibi bir rastlantısallıkla elde etmeye çalışan her tür sanatsal tutumu niteler. 18.yy İngiliz bahçe tasarımı Yakınçağ’da pitoresk tutumun ilk örneklerini vermiştir. Bu dönemde doğanın Barok’taki gibi geometrik biçimde düzenlenmesi yadsınıp doğal öğeler kullanılarak “düzenlenmemiş”, “el değmemiş” doğa izlenimi yaratacak bahçeler oluşturulmaya çalışılmıştır. Aynı tutum hemen hemen zamandaş olarak resim sanatında da görülür. Bu anlayıştaki resimler doğayı bir yandan “olduğu gibi” yansıtmaya çabalarken, öte yandan da, onu “yabani” olmaktan uzaklaştırmışlardır. Dolayısıyla, pitoreski romantizmden bağımsız düşünmek olanaksızdır.

PLÂN : Bir nesnenin ya da yapıtın yatay bir düzlem üzerindeki izdüşümü. Milattan 1500 yıl öncesine ait Mezopotamya tabletleri üzerinde bile planlara rastlandığına göre, kullanımının çok eski olduğu anlaşılmaktadır. Eski Mısır’da da bilinirdi. Antikite’de özellikle de Roma’da plan yapımı mimari etkinliğin önemli bir parçasıydı. Ortaçağ başlarında işe, 11. ve 12. yy.’a dek, mimari planlar yapımı tek çizgili basit krokiler çizmekten öteye gidemezdi. Bu durumun ik üslubun başlangıcıyla birlikte değiştiği ve plan yapımının yeniden ortaya çıktığı görülür. Rönesans’ta ise, plan vazgeçilmez bir mimari projelendirme tekniği olarak yerini iyice sağlamlaştırmıştır. Türkiye ve İslam ülkelerinde mimari planların kullanımı konusunda elimizde pek çok bilgi olmasına karşın, Türkistan’dan 16.yy’a, Türkiye’den ise 18. yy’a ait bazı örnekler dışında, elde çizili belge yoktur. Bu örneklerde modüler bir ızgara kullanılmıştır.

PLASTİK : Biçimin işlenmiş boyutluk ve hareket kazanmış niteliği.

PLASTİK SANATLAR : Güzel Sanatlar. Genel olarak boşlukta yer kaplayan sanatlara verilen-ad. Mimari, Resim, Heykel plastik sanatlardır. Resim de, hacim ve kabartma etkisi uyandırdığı için plastik sanatlara girer.

PLASTİSİTE : Heykelin ya da inşa edilmiş bir formun üç boyutlu niteliği. Plastisite daha çok elle biçimlendirilebilen, kalıp alınabilen malzemenin niteliğine gönderme yapar.

PLEKSİGLAS : Saydam ya da yarı saydam cama benzer plastik esaslı levha.

POLİKROMİ (Polychromy) : Görsel sanatlar ve mimarlıkta çok renklilik. Özellikle mimarlık alanında rastlanılan bir sözcüktür. Diğer sanatlarda çok büyük ölçüde kullanıldığından, bunların ürünlerini polikromiyle nitelemek pek gerekli olmaz. Buna karşılık mimarlık alanında polikromi ancak bazı çağlar ve üsluplarda görülür. Örneğin Antik Yunan mimarlığı polikromiktir. Bugün yüzyılların aşındırması sonucunda doğal renklerine bürünen tapınaklar gibi önemli kamu yapıları, özgün durumlarında renkli bir dış dekorasyona sahiptirler.

POLİPTİK (Polyptich) : (1) Avrupa sanatında üçten fazla sayıda birbirine bitişik resim levhasını içeren dinsel içerikli sanat yapıtlarına verilen genel ad. Bu tür yapıtlar genellikle kiliselerin sunak bölümlerine yerleştirildi. Rönesans’tan sonra poliptik yapılmamıştır. (2) Antik Roma’da üzerine yazı yazmak için kullanılan, birbirine bağlı, katlanabilir ikiden fazla levhayı içeren ahşap tablet. (3) Erken Ortaçağ’da Batı Avrupa manastırlarının emlak ve gelirlerinin kaydedildiği defter.

POP ART : 1950 ve 1960’larda önce İngiltere’de sonra ABD’de birbirinden bağımsız olarak ortaya çıkan ve kitle kültürünün imgelerini kullanan sanat akımı.

POŞAT (Pochade) : Türkçe’de çok seyrek kullanılan sözcük Fransızca “Pochade” den kaynaklanır. Doğrudan doğruya doğa içinde yapılan renkli yağlıboya küçük resim eskizi anlamındadır.

POZMETRE : Fotoğraf çekimlerinde en uygun sonucun alınabilmesi için gerekli ışık ölçüsünü, enstantane ve diyafram değerini otomatik olarak gösteren cihaz.

POZİTİF : Çekilen konuların aynı renk ve görüntü de görünen, kimyasal olaylardan sonra da pozitif görüntü veren filmlere denir.

PRİMİTİF (Primitive) : 1. M.S. 1500 yılından önce yaşamış ressamların çoğunlukla arkaik tarzda yapılmış resimlerine verilen ad. 2. Sanatta, kendini eğitmiş ve/ya resimlerinde sade bir üslup kullanan sanatçıların çalışmaları. 3. Afrika Zencileri, Okyanusya ve Amerikan Kızılderilileri’nin sanatı. Terim, bu anlamıyla üçüncü dünya ülkeleri sanatını aşağılayıcı bir niteliğe sahiptir.

PRİMİTİVİZM (Primitivism) : 1. İçinde primitif öğeler taşıyan sanat. 2. Rusya’da 1905 ile 1920 arasında gelişen, kübizm ve fütürizm düşüncesi ile Rus halk sanatının etkisinde gelişen sanat hareketi. Larinov, Goncharova ve Malevich’in ilk dönem çalışmaları örnek gösterilebilir.

PROFİL : Birşeyin yalnız yan taraftan bakıldığında görünen ve resmedilen şekli. Karşıdan görünüş şekline de cephe denir.

PROPORSİYON : Oran, nispet. Bir parçanın diğer parçaya ya da bütüne olan bağlantısı.

PROTOTİP : İlk örnek, model.

PÜRİZM : Arıtmacılık.

-Q

QUADRATURA (Quadratura) : Bir yapıda tavan ya da duvar üzerine resmedilerek, içinde yeraldığı mekanın devam ettiği yanılsamasını yaratan resim. Özellikle Barok iç mekan düzenlemelerinde çok sık biçimde uygulanmıştır. Örneğin bir duvar boyunca uzanan gerçek boyutlarda bir mimari iç mekan perspektifi quadratura sayılır.

-R

RAKURSİ : Nesnelere üstten yandan veya alttan bakış açısına göre oluşan ve nesneyi kısa veya daha uzun, büyük gösteren görünüş, Öndeki bölümlerin büyük,Uzaklaşan bölümlerin ise daha kısa ve dar görünmesi.

RASYONEL : Akla, mantığa dayanan kullanışlı.

READY-MADE (İngilizce) : Bir sanat yapıtı olarak benzerleri arasından seçilip değerlendirilmiş, üzerinde bir değişiklik yapılmaksızın kullanılmış ya da üzerindeki değişiklik sadece üretimi sırasındaki rastlantılara bağlı olarak ortaya çıkmış endüstri ürünü obje. İlk kez Dada Akımı’nın ünlü beyni M. Duchamp tarafından öne sürülmüştür. Gerçekte, bir sanat yapıtı olmaktan çok, sanat alanındaki geleneksel yaratma yöntemlerine bir eleştiri olarak yorumlanabilir.

RENK (Color) : Üç temel renk vardır : kırmızı, mavi ve sarı. Siyah renk değildir; çünkü üzerinde ışığın yansıyabileceği boya yoktur. Beyaz ise gökkuşağındaki tüm renklerin yutulmasından kaynaklanır.

RENK (Hue) : Renk tonu, renk. Bir renge daha teknik ve spesifik olarak değinilirken kullanılır.

RESİM DÜZLEMİ (Picture Plane) : Resim sanatında üç boyutlu nesne ve varlıkların iki boyutlu olarak üzerinde betimlendiği düzlem. Kullanımı tüm uygarlık ve üsluplarda farklıdır. Örneğin Rönesans ve sonrasında Modernizm’in başlangıcına dek, Avrupa resim sanatını nesnelerden sanatçının gözüne gelen ışınların kestiği saydam bir düzlem olarak değerlendirmiştir. Bu anlamıyla resim düzlemi sanatçının gördüğünü, “gördüğü biçimde” resmetmesini sağlayan bir araçtır. Oysa, diğer toplumların resim sanatlarında resim düzlemi ancak varsayımsal bir gerçeklik taşır. Batı sanatında “resmetmenin aracı” olan resim düzlemi, diğer toplumlar için “resmin amacı” dır. Gerçekler izdüşümüyle onun üzerine saptanmaz; tam tersine, gerçekleştirilmek istenen şey, betileri onun üzerinde amaçlanan etkiyi verecek biçimde kompoze etmektir. Dolayısıyla, nesnelerin gerçekte nasıl göründükleri değil, resim düzlemi üzerinde nasıl düzenlendikleri sorunu ağırlık taşır. Örneğin, Türk resim sanatı bu anlayışla çalışmıştır.

RESİMSİ (Painterly) : İlk kez ünlü İsviçreli sanat tarihçisi Wöfflin tarafından ortaya atılan ve resim sanatı tarihinde görülen iki karşıt anlayıştan birini anlatmak için kullanılan bir terim. Almanca olan özgün biçimi “malerisch”tir. Rönesans’ta rastlanan kesin konturla sınırlanmış resimsel betiler yapma anlayışına karşıt olarak, Barok’ta betilerin oluşturulmasında çizgi ağırlık taşımaz; renk nüansları ve tonlarla ışık – gölge düzeni betiyi vareden ana ögelerdir. Bu resmetme anlayışı “resimsi” olarak nitelenir.

RETROSPEKTİF (Retrospective) : Retrospektif, “geriye bakış” anlamına gelir. “Retrospektif Sergiler” ise bir sanatçının sanat yaşamı boyunca gerçekleştirdiği yapıtlardan örneklerin irdelendiği ve değerlendirildiği toplu sergilemeler için kullanılan bir terimdir.

RİTM (Rhythm) : Gözle görülebilir devamlı biçimlerin tekrarı ile elde edilen akıcılık veya devamlılık. Ölçülü vurguların kullanılması. Renkler, motifler veya fırça ve/veya spatul darbeleri ile yakalanan müzikaliteler.

RİTİM : Bir bütünü oluşturan, birbirine bağlı parçaların tekrarının sürekliliği.

ROKOKO : Barok anlayışının en son sureci içerisinde duyarlılık üst düzeye cıkmış ve bu süreç barok sanattan farklı özellikler göstermeye başlamıştır. Bu surece Rokoko adı verilir.

ROMAN SANATI : Latin ülkelerinde 5. yüzyıldan 12. yüzyıla kadar devam eden ve Gotik Sanatı’ndan önce gelen sanat stilidir.

RÖNESANS SANATI : Avrupa’da 14. yüzyılın sonuyla 15. ve 16. yüzyılı kapsayan bir bilim ve sanat dönemi.

RÖLYEF : Kabartma.

RÖPRODÜKSİYON (Reproduction) : Bir sanat ürününün, özellikle resmin çoğaltılması. Bu işlem genellikle basım yöntemleri kullanılarak yapılır. Bir sanat eserinin bu anlamda çoğaltılması ve röprodüksiyon sayılabilmesi için, özgün yapıtın gerçekte tek nüsha olarak yapılmış olması gerekir. Röprodüksiyonu kopyadan ayıran özellik, onun taklit olmayıp, yalnızca özgün yapıtın özgün tekniği dışında bir teknikle yeniden üretilmesidir.

RÖTUŞ : Eser üzerinde sonradan yapılan düzeltmeler.

-S, -Ş

SALON (Salon; Room) : Fransız Krallık Resim ve Heykel Akademisi üyelerinin sergilerine verilen ad. Sözcük bu sergilerin Louvre’daki Apollon Salonu’nda açılmasından kaynaklanmaktadır. Sergi 1737’den Fransız Devrimi’ne kadar iki yılda bir, daha sonra ise, yılda bir açıldı. Akademizmin katı kurallarına bağlılığından ötürü, ileri sanatsal çabaları reddetmesi yoğun tepkilere neden olunca, 1863’te salona alınmayan sanatçılar için III. Napoleon’un buyruğuyla ayrı bir Salon des Refusés açıldı. 1881’de yeniden örgütlenen salon, hala yeni ve ilerici eğilimlere karşıt tutumunu sürdürmektedir.

SANAT : İnsanların, doğa karşısındaki duygu ve düşüncelerini çizgi, renk, biçim, ses, söz ve ritim gibi araçlarla güzel ve etkili bir biçimde, kişisel bir üslupla ifade etme çabasından doğan ruhsal bir faaliyettir.

SANATÇI : Sanat eseri üreten kişi / Yaratıcı eylemin estetik değerlendirmeye, düş gücüne ve özgünlüğe bağımlı olduğu bir sanatı uygulamakta özel bir yeteneği olan kişi.

SANATTA DİSİPLİNLERARASILIK : Bir sanat çalışmasında sanat alanları ile sanat dışı alanlar arasında ilişki kurmaktır.

SANAT DÜNYASI : Sanat kuramcısı Arthur Danto’nun 1964’te öne sürdüğü, daha sonraki yıllarda George Dickie tarafından geliştirilmiş; bir şeyin sanat eseri olarak kabul edilmesi için kendi içindeki özellikler dışında doğrudan bağlı olduğu düşünülen sosyal şebeke, ağ.
Birçok diğer ortam gibi sanatın da üretimi ve algılanması sosyal, kültürel ve ekonomik bir ağ içerisinde gerçekleşir. Bu ağın anahtar düğümlerinde sanat üretimi, sanat sunumu, sanat değerlendirmesi ve sanat satışının yer aldığı söylenebilir. Çok farklı şekillerde ve farklı amaçlarla üretilebilen sanat bu ağ sayesinde aynı ekonomiyi paylaşır. Kurumsal sanat teorisine göre bu ağın dışında sanat varolamaz. Sanat dünyasının işlevi, moda sistemine benzer bir sistem içinde, sanat olan ve olmayan arasındaki ikililiği sürekli yenileyerek tekrardan tanımlamak olarak görülebilir.

SANAT ESERİ : Sanatçı tarafından bir estetik tavır sonucu oluşan bir eserdir.

SANATKAR : Bir işi ustalıkla yapar.

SANATSAL : Sanata ilişkin, sanatla ilgili.

SANAYİ DEVRİMİ : Yeni buluşların üretime uygulanması ve bunların en önemlisi olan buhar gücü ile çalışan makine, makineleşmiş endüstriyi doğurmuş ve bu da Avrupa’da sermaye birikimini arttırmıştır. İşte buna “Sanayi Devrimi” denilmektedir.

SANAYİ NEFİSE MEKTEBİ : 1881’de kurulan Güzel Sanatlar Akademisi.

SARAÇLIK : Koşum takımlarının yapımı, tamiri. Süsleme işlerine saraçlık denilmektedir.

SATİRİK : Hiciv niteliği taşıyan anlamına gelir

SATURASYON : Renklerin saflık derecelerini belirlemek için kullanılır.

SAVAT : Metal yüzey, özelliklede, gümüş üzerinde derin olmayan oyuklar açılıp içine siyah renkli bir eriyik doldurularak yapılan bezemedir.

SEMANTİK : (anlambilim) Soyut göstergelerin ve gösterge sistemlerinin içerikleriyle ilgilenir. Bu terim, felsefe, psikoloji, matematik, filoloji vb. de kullanılmaktadır.

SEMİOTİK : Dinsel resim ve göstergelerin genel sistemidir. Dört şekli vardır. 1.Sentaks(söz dizimi) göstergeler arsındaki bağlantılarla ilgilidir.2.Semantik(anlambilim) göstergelerle anlamları arasındaki bağlantılarla ilgilidir.3. Pragmatik yönü, kişisel üslup göstergelerle yaratıcıları, göndericileri ve alıcıları arasındaki bağlantılarla ilgilidir. 4. Sigmatik, göstergelerle bunların gösterdikleri arasındaki bağlantıları içerir.

SENKRONİZASYON : Deklanşöre basılmasıyla, flaşın patlaması ve obtüratörün açılıp kapanarak çekim işleminin aynı anda sağlanması, çakışmasına denir.

SENTEZ : Çeşitli bölüm parça ve farklı öğelerin bir araya getirilmesi ile oluşan farklı bir bütün. / Bir araya getirme ve ayrıştırma.

SERİGRAFİ : ipek Baskı ve Şablon baskı adlarıyla da anılan bu teknik Çin’de ve Japonya’da yüzyıllar önce kumaşlara baskı yapmak için kullanılmıştır. Bir çerçeveye ipek, sentetik iplik veya bronz telden ince bir dokuma gerilerek elde edilen eleğin basılmayacak yeri kapatılır. Oluşan kalıp kağıt üzerine oturtulur ve eleğin içine konan baskı boyasının sıyrılarak alttaki kağıda geçmesiyle baskı elde edilir. / Özel dokulu İpekli bir kumaş kullanılarak özgün baskılar yapma işlemi.

SERAMİK : Çini / Keramik / Killerin, suyla karıştırıldıklarında, plastik özellikleri olan, kolayca biçimlendirilebilen bir hamura dönüşme, pişirildikten sonra da sert, sağlam, değişmez bir yapı kazanma özelliklerine dayalı çömlek üretme sanatı. / Hammaddesi kil olan elde kalıpta veya tornada biçimlendirilmiş ve fırınlanmış her tür eşya.

SFENKS : Başı ve gövdesi farklı yaratıklar biçiminde betimlenmiş düşsel yaratık betisi.

SFUMATO TEKNİĞİ : Resim ya da çizimde, renk ve tonlar arasında yumuşak geçişleri sağlayan gölgeleme yöntemi. İlk kez Leonardo da Vinci tarafından uygulanan bu yöntem, çoğu kez aydınlık alanlardan karanlık alanlara geçişlerde kullanılır. Bu tekniğin geliştirilmesiyle 15. yüzyılın keskin dış çizgili biçimleri belli bir yumuşaklık kazanmıştır.

SHADE (İngilizce) : Bir rengi daha koyu yapmak için siyah eklenir ise, ortaya çıkan renge “shade” denir.

SICAK (Warm) RENKLER : 1- Bazı renkler bize sıcak şeyleri anımsatırlar, kırmızılar gibi. Kırmızılardan ve sarılardan elde edilen renkler- toprak tonlarında olduğu gibi güçlerini yitirseler de- sıcak renklerdirler. 2- Renk çemberinde dalga boyu yüksek olan renklere “sıcak” renkler adı verilir.

SİLUET : Bir cismin leke biçimindeki görünümü.

SİNKRETİZM (Syncrethism) : (1) Aynı sanat yapıtı üzerinde farklı anlayış, üslup ya da akımların sentezleşmemiş nitelikte bir bütün olarak yer almaları durumu. (2) Bir ülkede sanatsal yaratımın henüz sentezine ulaşamamış, dolayısıyla, farklı odakların etkilerini seçilebilir biçimde yansıtması durumu.

SİMETRİ, ASİMETRİ (Symmetry, Asymmetry) : Simetri, parçaların orta eksenin iki yanında, biçimlerin, motiflerin ve renklerin eşdeş olacakları biçimde düzenlenmeleri sonucunda har iki yarımın birbirinin yansıması olmasıdır. Asimetri ise, orta çizgi ile bölünen karşıt yanların parçalarının eş deş olmadığı bir düzenlemedir.

SOĞUK (Cool) RENKLER : 1- Bazı renkler bize soğuk olan şeyleri anımsatırlar; buz grileri veya teskin edici maviler gibi. Her renk beyaz katılarak daha “cool” yapılabilir. 2- Renk çemberinde dalga boyları düşük olan renklere “soğuk” renkler denir.

SOYUT : Bütünün niteliğini dile getiren somutun zıddı olan soyut; soyutlanmış olanın, niteliğini ifade eder.

SOMUT SANAT : Geometrik bir kompozisyon anlayışını anlatmaktadır. 1930’larda konstrüktivistleri, ve De Stijl akımını anlatmak için kullanılır.

SOSYAL REALİZM : Toplumsal gerçekçilik.

SOYUT EKPRESYONİZM : Anlık kararlara dayanan bir eğilim.

SOYUT SANAT : Soyut sanat genel anlamıyla doğada varolan gerçek nesneleri betimlemek yerine, biçimler ve renklerin, temsili olmayan veya öznel kullanımı ile yapılan sanata denir. Nonfigüratif sanat terimi ile değişmeli olarak kullanılır. 20. yüzyıl başında bu terim, gerçek biçimleri sadeleştirilmiş veya değiştirilmiş halleriyle imgelere indirgeyen Kübist ve Fütürist sanatı tanımlamak için de kullanılmıştır.

SPATULA : İspaula / Bir yüzeye boya, macun, alçı sürmek ve bunları ezerek yaymak amacıyla kullanılan enli ve çelik ağızlı ve tahta saplı alet.

STİL : Üslup.

STİLİZASYON : Herhangi bir sanat dalında biçimlerin bazı niteliklerini öne çıkarmak amacıyla vurgulamak, yalınlaştırmak ve yinelemekten doğan çok belirgin üslupsal bir abartma şekli.

STİLİZE : Özelliğini bozmadan basitleştirilerek yapılan resim ya da motif.

STRÜKTÜR : Bir nesneyi ya da yapıyı ayakta tutan taşıyıcı sistem / Yapı.

SÜRREALİZM : İnsanın bilinç altındaki ve rüyalarındaki dünyasını açığa vurması. Gerçeküstücülük.

ŞASİ : Tuvali bezinin üzerine gerildiği ahşap çerçeve.

ŞİDDET : Bir renkte bulunan ışığın cinsidir.

ŞÖVALE : Üstünde tuval yada benzeri taşınabilir resimlerin yapıldığı dayanak.

ŞÖVALE RESMİ (Easel Painting) : Şövale üzerinde yapılan ve taşınabilir boyuttaki küçük yağlıboya resim. 17. yy’da burjuvazinin gelişimi sonucunda yaygınlaşmış ve resmin evlere girmesine olanak vermiştir. Önceki dönemin dinsel konulara ağırlık veren büyük boyutlu resim yapıtlarına karşıt bir din dışı sanat anlayışının doğuşuyla eş zamanlı olarak belirmiştir.

-T

TASARIM : İnsanın merkezi sinir sistemi yoluyla nesnel gerçekliği düşünsel olarak yansıtılmasının bir biçimi.

TASLAK : Eskiz / Resim, heykel ve mimarlıkta yapıtın ölçeğini, kompozisyonunu ya da ışık etkileri gibi öğeleri belirleme amacı ile yapılan şematik nitelikli çizimi. /Tasarlanan ve planlanan ön çalışma.

TAŞİZM : Lekecilik.

TEKNOLOJİ DEVRİMİ : 19. yüzyılın ikinci yarısında başlayan endüstriyel gelişme

TELKARİ : İnce altın veya üçboyutlu nesne oluşturacak biçimde, çeşitli desenler yaratarak, henüz ısıyla edindiği plastik niteliği kaybetmeden işleme tekniğidir.

TEMPERA (İngilizce) : Boyar maddenin tutkallı suyla, genellikle de yumurta akıyla karıştırılmasıyla elde edilen bir boya türü ve bu boya kullanılarak yapılmış resim. Tempera Ortaçağ’da sık kullanılmış, 15. yy’dan sonra yağlıboya resmin gelişmiyle birlikte ortadan kalkmıştır.

TERRACOTTA (İngilizce) : Her tür pişmiş topraktan yapılmış kullanım eşyasının genel adı. Tuğla, kiremit gibi kaba yapı malzemeleri pişmiş toprak ya da keramik sayıldıkları halde, terracotta değildirler.

TERS PERSPEKTİF (False Perspective) : Resim sanatında kaçış noktasının, betilerin ardında ve ufuk çizgisi üzerinde değil, betilerle seyirci arasında yer aldığı perspektif türü. Böyle bir perspektifte betilerin seyirciye göre daha uzakta olan kesimleri küçük görüneceklerine, aksine daha irileşirler. Bu nedenle betimlenen nesneler gerçektekinin tam tersi bir görünümde resmedilmişlerdir. Ters perspektif Ortaçağ boyunca hem Batı, hem de Doğu sanatında egemen olmuştur. Batı’da Rönesans’la birlikte ortadan kalkar.

TEZYİNAT : Süsleme, bir şeyi güzel göstermek için üzerine yapılan şekiller.

TINT (İngilizce) : Bir renge onu daha açık yapmak için beyaz eklendiğinde ortaya çıkan renk bir “tint”tir.

TİPOGRAFİK BASKI : Tipografik baskı tekniğinde; fotoğraf, illüstrasyon, yazı, sembol vb. görsel unsurlar için “klişe” adı verilen ve genellikle çinko, magnezyum ya da bakırdan üretilen kalıplar kullanılır.

TİFDRUK BASKI : Özgün baskı resim tekniklerinden biri olan gravürün ticari biçimidir.

TİPOLOJİ (Typology) : Bir sanat dalında ya da onun belirli bir alanındaki tüm yapıtların ya da yapıtı oluşturan tek tek ögelerin incelenerek, tiplerin belirlenip gerçek örneklerin bunlara göre sınıflanması işlemi. Örneğin, resim sanatında tüm Rönesans Madonna’larının bir tipolojisi yapılacabileceği gibi, mimarklıkta da Mardin konutlarının pencere tipolojisi oluşturulabilir.

TON (Tone) : Boyalı bir cismin planlarının aydınlık ve karanlık dereceleri. Nesnelerin çeşitli bölgeleri birbirleriyle karşılaştırıldıklarında, aralarındaki açıklık ve koyuluk farklarına ton denir.

TOPLUMSAL ÇERÇEVE, KAPSAM, BAĞLAM (Context) : Bir yapıtın içinde gerçekleştirildiği sosyal veya tarihsel ortam. Tüm sanatçılar etkileşim içinde oldukları değerleri ve gelenekleri olan sosyal çevrelerde çalışırlar. Bir sanat yapıtının içinde gerçekleştirildiği koşullar üzerine düşünmek üç açıdan önemlidir. İlki , onu gerçekleştiren sanatçı veya içinde yaratıldığı kültür hakkında bilgi edinmemizi sağlamasıdır. İkinci olarak gözden kaçırmamız gereken bir nokta, bir yapıta baktığımızda veya ondan bir şeyler öğrendiğimizde, bunların içinde yaşadığımız zaman, deneyimlerimiz ve inançlarımız nedeniyle önyargılı olabileceğinin bilincine varmaktır. Bizim yorumumuz, resmin yaratıldığı devirdeki yorumdan oldukça farklı olabilir. Üçüncü olarak, bir yapıtın bir kitapta yer alan imgesinin, gerçekleştirildiği yapı içerisinde olduğundan da, halkın izlemesi için konduğu müzeden de farklı algılanacağıdır. Bir sanat eserinin içinde yer aldığı güncel kapsam da bizim onun hakkında ne düşündüğümüz üzerinde belirleyici olabilir.

TOPOGRAFİK SANAT (Topgraphical Art) : Doğada büyük boyutlu topografik değişiklikler yaparak yapıtlar oluşturmaya yönelen sanat dalı. Topografik sanatçılar, genellikle inşaat makineleri kullanarak, yapay yeryüzü şekilleri yaratmaya çalışırlar. 1960’larda beliren topografik sanat, özellikle ABD’de izleyiciler bulmuştur.

TOPRAK BOYA (Earth Colour) : Renkli taş ya da toprağın öğütülmesiyle elde edilen doğal boya. Maden oksitlerini içerir. Günümüzde sentetik boyaların belirişi sonucunda artık pek kullanılmamaktadır.

TORSO (İngilizce) : Kollar, bacaklar ve baş dışında kalan insan gövdesinin heykeli.

TRANSFORMASYON : Bir şeyin biçimini ya da görünüşünü değiştirme.

TRİPTİK (Triptich) : Birbirine menteşeli üç ahşap levhadan oluşan Avupa resim sanatı ürünü. Genellikle, kilisede sunağın üzerinde yeralmış ve ikonografik sahnelerle bezenmiştir.

TROMPE-L’ OEIL : Bir düzlem üzerinde sanat içeriği olan resimsel bir etki amaçlamaksızın, gerçeklik izlenimi vermeye çalışan her tür çizim, boyama vs. En basit trompe-l’ oeil örneği olarak, sağır bir duvar üzerine yapılmış gerçek boyutlarında bir kapı resmi verilebilir. Böyle bir durumda resim yapma etkinliği tümüyle bir yanılsama yaratma işine indirgenmiş olmaktadır.

TUŞ (Touche) : Yağlıboya resimde fırça darbesiyle yüzey üzerinde oluşan boya lekesi. İzlenimci resme dek ressamlar tuşların görülebilir olmasından özellikle kaçınmış ve homojen yüzeyler elde etmeyi amaçlamışlardır. İzlenimci resim ise, aksine, büyük oranda tuşların farkedilebilir nitelikte bırakılması tekniğini yeğlemiştir. Tuş kullanımının daha ön plana çıktığı bir resim akımı ise Taşizm’dir.

TUVAL : Üzerine resim yapılan beyaz plastik boyayla boyanmış ve tahta çerçeveye gerilmiş kumaş v.b.

-U, -Ü

UFUK ÇİZGİSİ : Perspektifte göz hizası çizgisi. Kaçar noktaların üzerinde yer aldığı varsayılan hayali çizgi.

URNA (İngilizce) : Antik Roma’da taş, pişmiş toprak ya da tunçtan yapılan vazoya benzer kapaklı veya kapaksız kap. Sıvıların konulması için kullanıldıkları gibi, ölülerin küllerinin korunması amacına da hizmet ederlerdi. Ölülerin küllerinin içine konduğu urnalar üzerinde bir yazıt yeri bulunur ve buraya ölünün adı yazılırdı. Urnaların bezemeli ya da sade olanları vardır.

UYGULAMA SÜRECİ/ İCRA (Process) : Yapıtın gerçekleştirilmesinin özellikleri, ayrıntıları, verileri.

UYUM (Harmony) : Bütünü meydana getiren ilgili öğelerin/parçaların kendi aralarındaki iletişimi. W.Kandinsky’e göre : “Armoni, kompozisyondur.” Müzikten ödünç alınan bu terim, resim unsurlarının tatmin edici veya hoşa gidecek biçimde düzenlendiği duygusunu dile getirir.

ÜSLUP : Stil -Tarz / Bir sanat ürününün belli bir sanatçıya, guruba, akıma, okula, döneme ya da yöreye özgü özellikleri barındırması. / Bir devrin, bir sanatçının kendine özgü sanatsal karakteristik özellikleri. / Biçem.

-V

VALÖR (Valeur, Değer) : Bir tonun göreceli şiddeti veya bir tona ait kuvvet. Bir tondaki ışık ve gölgelerin derecesinin getirdiği fark. Renklerin içlerindeki siyah ve beyaz ile ilgilerinden doğan koyu-açık farklarına, değerlerine renklerin valörleri denir.

VANİTAS : Boş,beyhude anlamına gelen vanitas; hırıstiyan dunyasında, 16.-17. yuzyıllarda etkili olan bir resim stilidir.. bu stildeki resimler,başta yatak odaları olmak üzere evlerin çeşitli odalarına asılırlardı.. resimlerin özelliği, genellikle bir masa üzerinde zıtlıklar barındıran objelerin resmedilmiş olmasıydı..örnek olarak; masanın üstünde bir yandan çiçekler, paralar gibi dünyeviliği,geçiciliği vurgulayan objeler resmedilmişken, hemen yanında kum saati olsun, kafatası olsun ölümü hatırlatan simggeler bulunmaktaydı.. böylece memento mori geleneği uygulanmakta, yani ölümü hatırlatarak insanları dogru yola cagırma amacına hizmet edilmekteydi..

Vanitas’larda yer alan bazı sembollerin anlamları:
krallık tacı – gümüş kase : ruhsal boşluk
kanatlı kum saati – kapaklı boyun saati – söndürülmüş şamdan : zamanın akışı
küre : dünyanın ve dünyevi gücün sembolü
çarmıhta isa ve onun üzerinde duran tesbih : dua ile ilgili birer anımsatma işareti
kurukafa : fanilik
kurukafanın üzerinde duran mısır püskülü ve sarmaşıktan örülü taç : yeniden diriliş ve sonsuz yaşam
örümcek : narinlik
yılan ve kertenkelenin kurukafa ile yanyana olması : insanlığın yolundan çıkması
kara sinek : günah
yanan mum : isa’nın karanlığı dağıtan sembolü
çiçek buketleri : genel olarak fanilik anlamını taşır

boş şey beya boşluk sözcüklerinin karşılığıdır. insanın ölümlüüğünü ve bütün dünyasal zevklerin ve başarıların geçiciliğini simgeleyen nesnelerin yer aldığı ölü bir doğa resmidir. özellikle 17. yüzyıl hollanda ve ispanya sanatında populerdi.

VEDUTA : İtalyanca’da “görünüm” anlamına gelen sözcük, büyük ölçüde gerçeğe dayanılarak yapılan ayrıntılı kent resimleri, çizimleri ve oymabaskıları için kullanılır. Gerçeğe dayanmayan düşsel örnekler, “veduta ideata” ya da “capriccio” olarak anılır. İlk vedutalar büyük olasılıkla, Flaman manzara ressamı Paul Brill gibi İtalya’da çalışan kuzeyli ressamlar tarafından yapılmıştı. Ancak bu türün en başarılı ustaları Venedikli sanatçılardır. Bunların içinde en ünlüsü olan CANALETTO, Venedik’in tarihsel yapılarını gerçeğe son derece uygun betimlemiştir. Guardi ailesinden Francesco GUARDİ, babası Domenico ve ağabeyi Gianantonio da çok sayıda Venedik görünümü yapmışlardır. Francesco özellikle Caneletto’dan etkilenmiş, ama ondan daha özgür bir anlatım geliştirmiştir. Özellikle yapı kalıntılarını betimleyen Giovanni Pannini de önemli bir veduta ustasıydı. Bu türü oymabaskıya uygulayan sanatçıların başında gene 1941’de bir dizi aside yedirme baskı yapan Canaletto gelir. Mimar, arkeolog ve oymabaskı ustası PİRANESİ ise Roma’yı betimlediği veduta baskılarıyla tanınır. Çoğu düşsel olan bu dizideki görünümler, belli ölçek farklılıkları ve eklemelere karşın epeyce gerçekçidir. Düşsel veduta örnekleri arasında Canaletto’nun “Düklük Sarayı”yla San Pietro Kilisesi kubbesini aynı kompozisyonda ele aldığı çizimi ile William Marlow’un Londra’daki St. Paul Katedrali, Venedik’teki “Büyük Kanal’la Birlikte” adlı yapıtı sayılabilir.

VERNİK : Bir yüzeyi parlatmak için üzerine sürülen cila suyu. Vernik, ispirto ve terebentin ruhu içinde reçineli maddelerin eritilmesi ile elde edilir.

VİTRAY : Cam süsleme sanatı / Renkli camların bir kompozisyon oluşturacak biçimde kurşun şeritler aracılığı ile bir araya getirilmesi ile oluşan resim ya da bezeme türüdür.

VİZÖR : Fotoğraf makinesini konuya yöneltmeye, konuyu çerçevelemeye, netleştirmeye, çekimin sağlıklı bir şekilde gözle kontrol edilmesini sağlayan mekanizma.

-Y

YALAMA RESİM : Kurşun kalem ya da kömür kalemle yapılan resimler üzerine sulandırılmış çini mürekkebi ile açık-koyu değerler koyma tekniğidir.

YANILSAMA (Illusion) : Resim sanatına özgü bir terim olan yanılsama, resimsel yapıtta yer alan betilerin gerçek dünyadaki nesne ve gerçeklikler olarak tanınabilmesi anlamına gelir. Betiler gerçeklikle gönderme yapan sanatsal öğelerdir; onları gönderme yaptıkları gerçeklikler olarak kavramak ancak yanılsamanın varlığı halinde olanaklıdır. Dolayısıyla, yanılsama gerçekliğin sanat yapıtında “yeniden üretilmesi” demektir ve çoğunlukla üç boyutlu olan gerçek varlıkların iki boyutlu bir yüzey üzerinde betimlenebilmesini sağlar. Bu amaçla perspektif, ışık – gölge ve modle gibi yanılsama teknikleri kullanılır. Bu teknikleri hiç ya da pek az kullanan ve dolayısıyla, resim düzleminin iki boyutlu olduğu gerçeğini aşmaya çalışmayan toplum ve çağların sanatlarında yanılsamadan söz edilemez.

YARATICILIK : Özgün buluşlar ortaya koyma becerisi.

YONTMA TAŞ ALETLERİ : Prehistorik çağda insanların günlük etkinliklerini sürdürebilmek için taşları yontarak yaptıkları aletlerdir.

YONTU : Taş,tunç,mermer,kil,alçı gibi maddelerin yontularak kalıba dökülerek ya da yoğrulup pişirilerek ve buna benzer diğer yöntemlerle oluşturulan yapıt. Heykel.

-Z

ZEMİN : Resim sanatında genel olarak PANO, TUVAL ya da benzeri bir zemin anlamında kullanılsa da teknik açıdan zeminin BOYA’ya hazırlanmasıdır. Amaç, boya ile zemini ayırarak emiciliğini azaltmak ve boyaların parlaklığını sağlamaktır. ASTAR’la karıştırılmaması gereken zeminin hazırlanmasında farklı malzemeler kullanılır. Floransalı ressam ve sanat tarihçisi Cennino Cennini’ye göre, kimi zaman deri ya da tuvalle kaplanan panonun üstüne zemin olarak hayvansal kökenli tutkalla karıştırılmış alçı BAĞLAYICI olarak kullanılırdı. Ancak bu malzeme esnek olmadığından tuvale uygun değildi. 8. ya da 10. yy’da yaşadığı düşünülen Heraclius, teknikleri anlattığı “De coloribus et artibus romanorum” (Resimde Eski Uygulamalar: British Museum, Sloane 1754) adlı yapıtında, tuvalin önce şeker nişasta karışımı bir yapışkanla kaplandığını, üstüne de ince bir kat gesso sürüldüğünü belirtmiştir. İtalya’da kullanılan bir başka yöntemdeyse gesso’ya sabun ve bal eklendiği bilinir. 17.yy’da sanatçıların zemin olarak bitkisel zamk üstüne yağlı bir malzeme sürdükleri ve çabuk kuruması için içine doğal kurşun oksit kattıkları belirtilmektedir. Ancak bu yöntemin çok dayanıklı olmadığı görülünce alçı taşıyla tutkal karışımı bir zemin yeğlenmiştir. Pergamonlu hekim Galenos 2.yy ‘da beyaz alçı zeminin yansımasını azaltmak için hafif renkli sırların kullanıldığından söz eder. Benzer bir uygulama ortaçağ sonuyla RÖNESANS başında da kullanılmış; bir çok sanatçı zemin üstüne “imprimatura” olarak bilinen toprak rengi saydam bir sır (astar) çekmiştir.

ZIH : Şekillerin kenarlarına çekilen çizgi.

Yorum bırakın

Filed under Uncategorized

SANAT AKIMLARI…

REALİZM( Gerçekçilik): 1839 yılında ortaya çıkan Realizm, konu ve üslup bakımından yaşamı ve doğayı olduğu gibi yansıtma, biçimleme anlayışıdır. Toplumun yaşamını gerçek boyutlarıyla ortaya sermektir.Realizm anlayışı içinde, doğadaki oranlar, plastisite, renk ve ışık değerleri aynen yansıtılmaya çalışılır. Öncü sanatçıları; Millet, Courbet ve Daumier ‘dir.

EMPRESYONİZM( Izlenimcilik) : Avrupa resminde ilk olarak geleneksel resimden ayrılmayı başaran ve Rönesans’tan beri izlenilen atölye resminin siyah-beyaz, ışık-gölge ve bilimsel perspektif kurallarının çözülmesine başlangıç olan sanat eğitimi. Bu akım 1877’ de Paris’te doğmuştur. Empresyonizm, doğadan alınan izlenimleri güneşin yedi rengi ile boyama anlayışına dayanır. Çizgi ve resim inşaası ortadan kalkmış ve renklerle izlenimler, karalama fırça notları olarak tuvale aktarılmaya başlanmıştır. Böylece resimde satıhlaşma doğmuş ve çizgi perspektifi de  tarihe karışmıştı. Bu akım bundan sonraki bir çok akım için hareket  kaynağı olmuştur. Bu akımın bazı özellikleri  daha önceki çağlarda Velezquez, Goya, Turner, Delacroix ‘de görülmekteydi.

 Ancak bu ressamlar doğadan aldıkları izlenimleri güneş renklerini kullanmadan resmetmişlerdi. Bu akımın kurucuları atelye çalışmalarından çok açık havada çalışmaya önem vermişlerdir. Çünkü aradıkları canlı ve temiz renkleri açık havada bulmuşlar, koyu ve karanlık renklere resimlerinde yer vermemişlerdir. Renk karışımları ile eşyanın hacim etkisi sağlamaya çalışılmıştır. Bu akımın öncü sanatçıları; Manet, Monet, Sisley, Renoir, Degas, Pisarro ve Cezanne’dir.

PUVANTİLİZM( Noktacılık): Neo-Empresyonizm(Yeni izlenimcilik) diyede sanat tarihine geçmiş olan bu akım Empersyonist görüşlerin etkisinde kalmış ve bir bakımada onun devamı sayılır.

Puvantilistler bilimsel metodlarla renk karışımını uygulamışlardır. Amaç göz yolu ile renk karışımını sağlamaktır. Bu akımın sanatçıları renkleri paletlerinde karıştırmayıp direk tuval üzerinde noktalar halinde koyarak çalışıyorlardı. Öncü sanatçıları; Seurat ve Signac’tır.

POST EMPERSYONİZM( Art izlenimcilik): Empresyonizm akımının etkisinde kalan fakat onun sınırlı kurallarına bağlanmayan sanatçıların yoludur. Empresyonizmin ışık renkleri ile atmosfer oyunlarına önem vermeyerek, eşyayı sağlam bir inşa içinde göstermek isteyen ve güneş renkleri ile yetinmeyerek bütün renkleri paletlerine alan ve doğayı yeniden biçimleyen ressamlardır. Sanatçının kendi mizacınıda resmin konusu içine alan bir akımdır. Öncü sanatçıları; Cezanne, Van gogh, Gauguin, Lautrec ve Munch’tur.

FOVİZM(Yırtıcılık): Bu akımın öncüleri; Matisse, Dufy, Vilaminck, Derain’dir. Resimlerinde renkler bir birlerine hemen hemen hiç karışmamış, biçimlerde  de derinlik yoktur. Bir tabloya bakarken onun neyi göstermek istediğini unutmak gerek diye düşünüyorlardı.

EKSPERSYONİZM(Anlatımcılık): Ekspersyonizm bir hayat anlayışı, bir dünya görüşüdür. Fakat bu görüşte önemli olan ruh durumudur. Doğa ikinci planda kalır.Bu akımın sanatçıları  kendilerini  boğan,ezen ızdırapları sanatlarına sokmuşlar, haksızlıklara karşı olan isyanlarını renk ve biçim görüşüyle anlatmaya çalışmışlardır. Yapıtlarında kadın vücutlarını çekinmeden çirkinleştiriyorlar, insan yüzlerini korkunç ve iğrenç görünümde çiziyorlardı.Çizgileri kaprisli, renkler ise fovistlerinki kadar cesaretliydi. Sanatçıları; Van Gogh, Munch, Kırchner, Nolde, Rouault, Modigliani.

FÜTÜRİZM(Dinamizm-hareket): 1909’da İtalya’da önce şiir de sonra resimde ortaya çıkan görüş. Geçmiş ve geleneksel görüşleri reddeden bir akımdır. Fütürizm de yapılmak istenen şey; evrendeki hareketin bir anını resmetmek değil, hareketin kendini duyurmaktır. Bu akıma göre herşey  hareket halindedir ve değişmektedir. Hareket halindeki varlıkların gözde bıraktıkları etki algılanıncaya kadar  hareket yeniden değişir. Bu nedenle koşan bir at dört değil yirmidört ayaklıdır ve ayaklarının hareketi de üçgen biçimindedir. Fütürizm, aynı anda çeşitli yaşantıları değerlendirmek için saydam kübist eşya analizini kabul etmiştir, hareket çıkış noktası olmuştur. Sanatçıları Boccioni, Balla, Severeni’dir.

KÜBİZM :  Picasso ve Braque’nın çalışmalarının etkisinde adlandırılan bir sanattır. Kübizm, doğa görünüşlerini geometrik bir parçalamaya tabi tutup, tablo yüzeyini doğa unsurrlarından kurtararak yeniden inşa etme amacını güder. Figürün tümünü basitleştiren geometrik inşaaya sentetik kübizm, bir figürün her taraftan görünüşünü dikkate alarak yapılan parçalamaya ise analitik kübizm denir. Bu hareketin çıkış noktası Cezanne’nin her cismi bir koni, silindir, prizma gibi üç boyutu olan geometrik oylum üzerine oturtmak  amacından doğmuştur.

Bu akımın sanatçıları, empresyonizmdeki renk oyunları yerine varlıkların geometrik biçimlerini ön plana alıyorlardı. Öncü sanatçıları; Brague, Griss, Leger ve kurucusu olan Picasso ‘dur.

ORFİZM: Kübizmin bir kolu olan, renge ve renk uyumuna önem veren sanat anlayışıdır. Delaunay’ın resimlerinde , Picasso ve Brague kübizminin aşıldığı, şiirli ve müzikli bir anlatıma varıldığı açıklanmıştır. Bu sanatçı ve akımın özelliği; İzlenimcilerin saf renklerine bağlı olup, Seurat’ın yaratıcılığını da begenirdi. O, saf anlatımın, simültane kntrastlar üzerine kurulması gerektiğine ve bunun, renklerin dinamizmini ve varlığını anlatmak için biricik olanak olduğuna inanıyordu.

DADAİZM: Birinci dünya savaşı sonucu olarak Fransızca daki “tahta at” kelimesinden alınmış bir sanat akımıdır “1916” . Bu akımın amacı sanat değildi.  O, Avrupa uygarlığının beylik değerlerini ve savaşa karşı alınmış bir cephe ve protesto idi. Dadacılar, kağıt, tahta v.b malzemeleri  yapıştırarak kolaj türü çalışlmalar yapıyorlardı. Bu akımın en ilginç yanı; sanata karşı bir sanat akımı olmasıdır. Dadaistlerin tek amacı saldırmak, kızdırmak, olmayacak şeyler yapıp insanlık adına yapılan soytarılıkları parça parça etmekti.  Bu hareket daha sonraki sürrealist akıma zemin olmuştur. Sanatçıları; Duchamp, Picabia, Arsenberg’ dir.

SÜRREALİZM ( Gerçeküstücülük) : Sürrealist ressemlar, doğanın mantıki görünüşünü değil, insanın bilinçaltında ve rüyalarındaki dünyasını göstermek istemiştir. 1924 te Andre Breton tarafından ortaya atılmıştır. Edebiyat veresim alanında eser vermiştir. Öncü sanatçıları; Chirico, Salvador Dali, Chagall, Klee, Miro dur.

SEMBOLİZM (Simgecilik) :  Fransa ‘da 1880 yıllarında önce edebiyatta, sonra resim de ortaya çıkmıştır. Realizme ve Empresyonizme karşı çıkan ve düşünceyi sembollerle ifade etmeyi deneyen bir sanat görüşüdür. Dini ve mistik öğelere ağırlıklı olarak yer verildi. Öncü sanatçıları ; Gustave Moreau, Chavannes, Redon ve Belçikalı Ensor’  dur.

SOYUT SANAT ( mücerret,abstrakte):  Doğa görüntülerine bağlı olmayan bu sanat akımı, 20. Yy’ın resim ve heykel anlayışında yeni bir dünya göüşüdür. Soyut sanat, eşya, doğa ve canlıların görünüşlarinden faydalanmayı reddedip, resimde renk, çizgi ve düzlemleri düzenleyerek bunlarla heyecan verici kompozisyonlara ulaşmayı amaçlar. Soyut sanatı ilk ortaya atan 1910 yılında ilk eserini veren Kandinsky olmuştur. Soyut sanat ile nonfigüratif sanatı birbirinden ayırmak sorun olmuştur. Bu sanatın başlangıcı doğadandır,  sonu ise doğadan tamamen uzaklaşmıştır. Oysa  nonfigüratif te, başlangıçtan itibaren, doğaya bağlı olmadan  bir çalışma söz konusudur. Öncü sanatçıları; Kandinsky ve Mondrian’ dır.

POP-ART : Popüler sanatın kısaltılmış adıdır. Pop-art ismi 1954’te İngiliz sanat eleştirmeni Lawrence Alloway tarafından kullanıldı. 1960’lardan bu yana İngiltere ve Amerika’da ayrı ayrı doğup gelişmiş bir sanat akımıdır. Özellikle Amerika’da günümüzün en yaygın anlayışıdır. Pop-art, Dadacıların kolajlarından tutunda kendinden önceki öncü akımları adeta yeniden fakat daha kuvvetle canlandırmakta ve sürdürmektedir. Bu akım sanatçıları, endüstri ürünü artıklarından güzete  parçalarına, insan ile diğer canlı ve eşyalardan alınmış mulajlardan, hazır doğa nesnelerine kadar nu bulunursa kullanılmış ve bir sanat yapıtı olarak sunmuşlardır. Pop-art gerçek ile görüntünün farkını çarpıcı bir biçimde ortaya koyar ve makineleşmiş hazırcı insanı eleştirir. Pop-art teknikleri içinde şablonlar, boya tabancası, baskı resimler, ipek baskının tuval resminde kullanılması vardır. Amerikalı Pop-art sanatçıları; Lichtenstein, Warhol gibi …İngiliz Pop-art’ çılar; Paolozzi, Hamilton, Peter Blake, Allan Jhones, vb.

OP-ART: Lekecilik ve hareket resmine karşı 1960’tan itibaren optik sanat anlamına gelen Op-art gelişti. Bu anlayışta, sanat yapıtını kurallarla bilimsel olarak düzenleme önem kazandı.Rastlantıya dayanan içgüdüsel otomatik yazı resmi( içgüdüsel-nonfigüratif), bu anlayışın tam karşıtı olmaktadır. Op-art resimde üçüncü boyut etkisini verme eğiliminin soyut sanatta ortaya çıkan şeklidir. Bunun için geometrik biçimler ritmik biçimde düzenlenmiş ve bu biçimler üzerinde renkle modle yapılmıştır.

Op-art, yeni konstrüktivist, geometrik biçimleme yöntemleriyle akrabadır ve onların olanaklarından geniş olarak yararlanmıştır. Josef Albers ile Vasarely’nin temsil ettiği Op-art, optik aldatmalara dayanan çalışmalara sahiptir. Ve resim sanatına, aldatıcı bilimsel perspektif resmine itibar etmeyen yeni bir konstrüktivizm ve doğasal olmayan yeni bir optik görüntü getirmiştir.

SÜPREMATİZM: Soyut geometriciliği benimseyen bir resim anlayışıdır. Bu terimi Maleviç kendi geometrik soyutlaması için kullanmıştır. Maleviç 1913’te  sanatı objeye bağlı görüşten kurtarmaya çalışmıştır,bunuda kübizmin ışığında yapmıştır. Maleviç soyut resimde bulunan bütün ekspresyonist ve hikayeci öğelerin ortadan kaldırılmasını ve mutlak saf  biçimlerin, basit uyumların kurulmasında kullanılmasını önermektedir. Süprematistler açı, çember, dikdörtgen ve haç biçimlerini kullanmışlardır.
 

Yorum bırakın

Filed under Uncategorized

SANAT İLE İLGİLİ BAZI KAVRAM VE TERİMLER BİLGİSİ…

SANAT: İnsan zekasının doğayı işlemesi,kendi amaçlarına göre onu etkilemesidir.

GÖRSEL SANATLAR(PLASTİK SANATLAR) : Çizgi,boya ve hacim veren maddelerle göz duyumuzu algılayan sanatlara denir. Resim,heykel,mimari ve fotoğraf sanatı gibi…

GÜZEL SANATLAR:  Beş dalda gruplandırılır. Mimari, resim, heykel, müzik ve edebiyattır. Bunlardan  mimari, resim ve heykele plastik sanatlar denir. Plastik sanatlar deyimi bu sanatların üç boyutlu oluşu ve derinlik ifadesinin bu sanatların anlatım alanına girmesi.

ANATOMİ:Resim ve heykelde vücut yapısı.

RENK: Renk göz ile anlaşılan bir ışık tesiridir. Işığın eşya üzerine çarpması ile yansıyan ışınlardan gözümüzde meydana gelen duyumların her birine  renk denir.

Sarı,kırmızı ve mavi renklerin ( esas renkler) belli miktarlarda birleştirilmesi ile fizik ( ışık bakımından) beyaz Resim ( boya bakımından) siyah  meydana gelir. Buna  da Akromatizm  (renksizlik) denir. Zıt renklerin birleşimi ile beyaz ışık meydana gelir. Komplemanter iki renk boya olarak karıştırılırsa kahverengi-gri…Işık olarak karıştırılırsa sarı ışık  meydana gelir.

AKIM: Değişik sanat görüşleri

ANTİK:Eski Yunan ve Roma sanat eserlerine verilen ad.

BÜST: Başı ve göğsün üst kısmını içine alan insan heykeli.

BİÇİM: Form bir şeyin şekli.

BOYA: Bünyesinde renk bulunan maddelere boya denir.

DEFORMASYON: Konunun özelliğini bozmadan,konuyu daha etkili anlatabilmek için bazı yerlerini olduğundan fazla göstermek. Resimde biçim bozma.

DETAY: Bir bütünün en küçük parçaları,en ince noktaları,ayrıntı.

ESKİZ: Bir resme başlamadan önce yapılacakları tasarlamak,taslak,ön çalışma.

ESTETİK: Sanatta güzellik,duygulara hoş gelen anlamına gelir.

FANTASTİK: Gerçek olmayan,hayal edilen.

FİGÜR: İnsan ve hayvan resimleri.

FRESKO: Kireç ve mermer tozu karışımı yaş sıva üzerine yapılan resim…Duvar resmi.

FORM: Resim ve heykel sanatında yapıtın tümünü kapsayan ışık-gölge,açık-koyu, dış görünüş, bünye, anatomi gibi o yapıtı oluşturan elemanların tümü.

GRAFİK SANATLAR: Yapılan resimleri türlü baskı teknikleriyle çoğaltma sanatı. Dürer’ den  bu yana gittikçe gelişmiş olan grafik sanatlar özellikle çağımızda büyük bir gelişme kaydetmiştir.

KLASİK: Her zaman için beğenilen,modası geçmeyen,eskimeyen eserlere verilen ad.

KONTUR: Kenar çizgisi.

KROKİ: Görülen yada tasarlanan şeyi not alır gibi ayrıntısız olarak çizmek.

LEKE: Resim yüzeyi üzerine boya ile yapılmış iz.

MODELAJ: Kil gibi şekillendirmeye uygun malzemeleri şekillendirmeye denir.

MODLE ETME: Resim ve heykelde form verme işi. Üç boyutlu gösterme  çabasıdır.

MODÜL: Bütünü oluşturan parçalar. En küçük parça, birim anlamında.

AMBLEM: Bir şeyin yazı yada resimle sembolleştirilmesi.

NAİF: Çocuksu bir anlam ve yapım özelliği taşıyan,eğitim görmemiş amatör sanatçı ve bunların eserlerine denir.

NÜ: Çıplak insan konu alan resim.

NÜANS: Renk ayrıntısı,renk derecesi.

PASPARTU: Ortası boş olarak,çerçeve şeklinde kesilmiş mukavva yada kartonlara denir. Resme daha rahat bakma kolaylığı sağlar.

PLASTİK SANAT: Genel oralar boşlukta yer kaplayan sanatlara verilen ad.

PRİMİTİF SANAT: İlkel sanat .İlk kavimlerin sanatı.

PROFİL: Bir şeyin yalnız yan taraftan bakıldığında görünen ve resmedilen şekli.

PROPORSİYON: Oran, nisbet.  Bir alanın dengeli ve ahenkli bölünebilmesi için büyük parçalarla küçük parçaların arasındaki orana  denir.

RAKURSİ: Kısa görünüş,modelin karşıdan,yandan bakıldığında çizgilerinin olduğundan kısa görünmesi.

RÖPRODÜKSİYON: Bir eserin aslına uygun kopya edilmesi.

RÖTUŞ: Eser üzerinde sonradan yapılan düzeltmeler.

RİTM: Bir kompozisyonda farklı unsurların sıra ile belirli aralıklarla bir birini izlemeleri. Tekrarlar.

SANATÇI: Güzel sanatların her hangi bir dalında yaratıcılığı olan,eser üreten kişi.

SANATKAR: Bir işi ustalıkla yapan.

SANATSAL: Sanata ilişkin sanatla ilgili.

SİLUET: Bir cismin leke biçimindeki görünümü.

SİTİLİZASYON: Özelliğini bozmadan basitleştirilerek,esas görüntüsünü muhafaza eden çalışmalar.

TASLAK: Sonradan çalışarak bitirmek üzere,bir resim yada heykelin önceden hazırlanan şekli.

TEZYİNAT: Süsleme sanatı.

TUŞ: Fırçanın tuval üzerinde sağa sola,aşağı yukarı hareket ettirmeden bıraktığı iz.

ÜSLUP: Yol,tarz, sanat stili.

VALÖR: Bir rengin en açığından en koyusuna kadar olan dereceleri.

HACİM: Bir nesnenin atmosfer içinde kapladığı yere denir. Genişlik,yükseklik ve derinlik içerir.

ALAN: Bir nesnenin çevresini meydana getiren ve onu atmosferden ayıran çevresine denir. Yalnız yüksekliği ve genişliği vardır.

ÇİZGİ: İki alanın kesiştiği sınıra çizgi denir.  Yalnız uzunluğu vardır.

NOKTA: İki çizginin kesiştiği yere denir.  Hiçbir biçim özelliği göstermez.

KOMPOZİSYON: Ritm,denge,hareket,oran,kontrastlık,armoni gibi elemanların tablo alanına matematik ve geometrik ölçü ve düzenlerde yerleştirilmesidir. Parçaların bir bütün içinde, bir düzen gösterecek biçimde bir araya getirilmesidir.

KANON: İnsan figürünün çiziminde kullanılan orantılar ve bunların birbirleriyle olan ilişkilerini içeren bir kural yada sistemdir. Kanon “modül “ adı verilen bir ölçü birimini temel alır.

TARNSFORMASYON: Bir konudan diğerine değişiklik getirmektir.

DOKU: Plastik sanatlarda ,model olarak kullanılan varlıkların yüzeyini kaplayan örtünün görünümü ve niteliğine denir.

PERSPEKTİF: Doğadaki varlıklar,bize yakınsa gerçek ölçüleri ve renkleri ile görünür. Bizden uzaklaştıkça küçülüyor ve renkleri de soluyor hissini verir. İşte gözümüzün bu  görüş hissini resimde çizgi ve renk olarak gösterme işine Perspektif  denir.

DENGE: Resimde denge, çizgiler,renkler, biçimler ve lekelerle kurulur. Simetrik çizgiler,biçimler ve renklerle denge kurmak kolaydır. Ancak simetri resme monoton bir hava verdiği için değişik ölçüler arasında denge aranmalıdır. Resimde dengeyi daha çok dik ve yatay çizgiler kurar. Tek yönlü eğik çizgiler dengeyi bozarlar. Eğik çizgileri bir birinin zıt yönlerde yerleştirmek suretiyle denge sağlanabilir.

DESEN: Konunun çizici resim araçlarıyla bir yüzey üzerine işlenmesine denir. İki tarzda  çalışılır. 1- Doğrudan doğruya çizgi ile yapılan desen 2- Çizgi ve açık – koyu değerlerle yapılan desen. Ortaçağ deseni sanat eseri olarak tanımamıştır. Sanat eseri olarak desen ilk kez 15 yy.’ da görülür.

HAREKET: Çizgi ve yüzeylerde yapılan yön değişiklikleri resme hareket kazandırır. Genel olarak yatay ve dik çizgiler durgunluk; eğik ve kavisli çizgiler de hareket yaratır. .Resimde simetri nasıl monoton bir etki bırakırsa ,hareketsizlikte durgunluk verir.

IŞIK-GÖLGE: Model çizgi ile tesbit edildikten sonra işlenişi ışık-gölge ile sağlanır.  Böylece modelin hacim ve derinliği daha belirgin hale gelir. Işığın aydınlatma derecesine genel olarak ton denir.

REFLE: Eşya üzerindeki ışığın yansıması ile başka yüzeyler üzerinde meydana gelen aydınlatmaya denir.

İMGESEL RESİM: Gerçekleşmesi olanaksız veya çok güç olan konuların resmini yapmaktır.

BELLEKTEN RESİM:  Daha önce görülmüş,öğrenilmiş yada başımızdan geçmiş bir olayı canlandıran resimlere denir.

PORTRE: Belli bir kimsenin yüz ve baş karakterini gösteren resimlere denir. Baş,göğüs ve hatta dize kadar yapılabilir. En iyi portreler,başı biraz sağa veya sola döndürerek hareket sağlananlardır.

ENTERİYÖR:Bina içini gösteren resimlere denir. Konular oda içi,koridor yada tarihi eserlerin iç kısımlarından olabilir.

NATÜRMORT: Hareketsiz durgun doğa anlamına gelmektedir. Ölü doğa.

PEYZAJ: Konusunu doğanını bir parçasından alan resimlere denir. Bu anlamda doğa çalışmaları ilk olarak İspanya’ da El Greco ile başlamıştır. İkinci derecede figürlerin arkasında fon olarak kullanılan manzara resmi Rönesans ve Rönesans öncesinde de görülmektedir. Barok sanatta, Rembrandt ve Rubensi’in  yanında Velazquez’ in de manzara resimleri vardır.

LAVİ: Çini mürekkebini sulandırarak fırça yardımı ile yapılan resimlere denir. Bu resimlerde çini mürekkebi yerine tek renk suluboya da kullanılabilir.

RENK PERSPEKTİFİ: Varlıkların gözden uzaklaştıkça küçülüyormuş gibi görünmelerinin yanı sıra  renkler de uzaklaştıkça soluyormuş gibi görünürler. Bu yüzden aynı şiddetteki renkten bize yakın olanı daha parlak, uzakta olan da daha donuk görünür. Buna renk perspektifi denir.

PLAN: Cisimlerin atmosfer içinde uzaklaştıkça renklerini değiştirmeleri,hacimlerinin ve boyutlarının farklılık göstermesi resimde plan farklılıklarını meydana getirir. Birinci Plan: Bize en yakın olan kısımdır. Burada bulunan tüm biçim ve renkler en ince ayrıntılarına kadar görünürler. İkinci Plan: Cisimlerin biçim ve renkleri ,birinci plandaki kadar tüm ayrıntıları ile görünmezler. Biraz renk kaybı görülür. Üçüncü Plan: Cisimler burada sanki bir  sis perdesi ile kaplanmış gibidir. Dördüncü Bölüm: Resimde en geride bulunan dağ ve bulutların kapladığı sahadır. Artık biçimler ve renkler,havanın maviliği içinde erimiş ve yayılmış görünürler.

FİKZATİF: Pastel resimlerde boyalar,sarsıntı ile kağıdın üzerinden dökülebilir yada rutubet etkisi ile bozulur. Boyaların dökülmemesi için fikzatif denen sabitleyici sprey hazırlanmalı ve çalışma fikse edilmelidir.

SPATÜL: Ağaçtan saplı olan çelikten yapılmış ince bir levhadır. Mala biçiminde olan bu araç,boya karıştırmaya,resim üzerindeki fazla boyaları kazımaya ve farklı leke etkileri oluşturmaya yarar.

MONOTİP BASKI: Tek bir baskı olanağı veren grafik tekniğidir. Gravür gibi basılan yönteminin yanı sıra cam üzerine de basılan  şekli vardır. Cam üzerine rulo merdane ile matbaa mürekkebi sürülür, üzerine kağıt konarak kağıdın üstüne sert bir uçla  çizim yapılır ve basılır. Degas çeşitli monotipler yapmıştır.

LİNOLYUM  BASKI: Özgün bir baskı türü  Linol Baskı ,linolyum denen bir çeşit yer muşambası üzerine kazıma yöntemiyle kalıp hazırlama ve boya verme yöntemiyle basılır. Bu baskıya yüksek baskı da denir. Ağaç baskısı gibidir.

GRAVÜR:  Çok eski bir baskı tekniğidir. Bu baskıya çukur baskıda denir. Kalıp olarak çinko,bakır gibi metal levhalar kullanılır. Keskin uçlarla oyma ve  aside yatırma şeklinde  basılacak kısımlar oyulmuş olarak kalıp hazırlanır. Daha sonra mürekkep verilerek preste basılır. Gravür bir eserin  kazıma suretiyle yapılıp kağıda aktarılmış şekline reprodüksiyon denir.Bu baskı türüne Çinko baskı  da denir.

LİTOGRAFİ: Bu baskıya düz baskı da denir. Suyun ve yağın bir birini itmesinden ve baskı taşının basacak ve basmayacak kısımlarının hazırlanmasından ibarettir. Bu baskıda sert kireç taşları(lito taşı) kullanılır. Bu teknik, Bavyeralı Senefelder tarafından 1796-98 yılları arasında bulunmuş ve geliştirilmiştir. İngres,Delacroix, Daumier, Gavarni, Goya, Lautrec bu tekniği uygulayan sanatçılardır.

SERİGRAFİ: Şablon baskı yöntemine benzer. Şablon olarak ince dokulu ipek bir bez kullanılır. Bu yüzden bu baskı yöntemine İpek Baskı da denir. Kapatıcı madde olarak emilsiyon kullanılır. Boya alması gereken yerler açık bırakılıp diğer kısımlar bu kapatıcı madde ile kapatılır ve istenilen renklerde baskı yapılabilir. Rakle yardımı ile boya kalıba yedirilir.

TİPOGRAFİ:  Farklı yazı karakterlerinden oluşturulmuş düzenlemelere ve bu tarz çalışmalara denir. Harf ve rakamlardan yola çıkılarak yapılan kompozisyon  düzenlemelere denir.

KSİLOGRAFİ:   En eski baskı türlerinden biridir. Yapılış şekli bakımından linolyum baskıya benzer. Kalıp olarak tahta kullanılır. Bu yüzden de bu baskı türüne Ağaç baskı  da denir.

KOLAJ: Kağıt, kumaş, plastik, boya vb. malzemeler ile bir yüzey üzerine yapılan resim tekniğidir.
VİTRAY:  Dekoratif amaçlı cam kesme, boyama ve süsleme tekniğidir. Temel malzeme cam olacak şekilde bir çok farklı uygulanış yöntemleri  vardır.

PİGTOGRAM: işaret,gösterge,simge.  Kolay kavranan kavranılınca kolay unutulmayan(iz bırakan),işaret ve sembollere indirgenmiş bilgi ve mesaj taşıyıcılarıdır.

SİMETRİ: Bir eksene göre iki yanda, aynı mesafede karşılıklı olarak yer alma. Bir eksene göre aynı mesafede olma.

ASİMETRİ: Bir eksene göre iki yanda, farklı mesafelerde yer alma.

KOMPLEMANTER (Tamamlayıcı) ZITLIK:  Renk çemberinde karşı karşıya bulunan renkler, karıştıkları zaman, ışık olarak “ beyaz”, boya olarak “ gri” yani renksizlik yaratırlar. Kırmızı-Yeşil, Sarı- Mor, Mavi- Turuncu renk ikilileri, ana renklerin renk dairesindeki zıtlıklarıdır. Bu renkler aynı zamanda aralarında bütünleyici-tamamlayıcı  özelliğe sahiptirler.

KONTRASLIK (Renk zıtlıkları) : Zıt renklerdir. Bunlarda renk çemberinde bir birinin tam karşısına denk gelen renklerdir. Mavi- Turuncu , Kırmızı- Yeşil , Sarı- Mor  gibi. Zıt renkler bir birinin kuvvetlerini artırır, şiddetlendirir.

SÜMÜLTANE KONTRAST : Kendiliğinden yada “ anında zıtlık “ da denir. Açık yada koyu zemindeki renkler, olduklarından daha koyu  ya da açık görünmesidir.

TON: Rengin ışığa göre aldığı derecelerine ton denir.

İLLÜSTRASYON: Her hangi bir konunun resimle anlatımı. Kitap resmi.

KROS: Matbaacılıkta kullanılan bir terimdir. Montajı yapılan filmlerin kaymaması için köşelere atılan  +  şeklindeki işarete denir.

LOGO: Her hangi bir marka,şirket ve firma isminin özgün bir yazı karakteri ile tasarlanması ve sürekli bu karakterin kullanılmasına denir. Örnek; coca -cola markasının hep aynı tasarımda kullanımı gibi.

ESPAS: Kompozisyon elemanları içinde bırakılması  gereken anlamlı boşluklara denir.

VİZÖR: Resmi yapılacak kompozisyonu çerçeveleme olayına ve hazırlanan dik açılı  içi boş çerçeveye verilen isimdir.

TEKSTÜR: Objelerin dış yapı özelliklerini gösteren dokularına denir.

STRÜKTÜR: Eş yada bir birleriyle sık bağlantılı, benzer formların iki yada üç boyut üzerinde tekrarlanmasından Strüktür doğar. Her hangi bir objenin iç yapısal dokusu anlamındadır.

ENFORMAL SANAT: Geometrik biçimlere dayanmayan sanat.1930’lardan sonra ortaya atılan bir sanat türü. Bu sanat taraftarları giderek nesnesizlikten biçim yokluğuna değin bir çalışma içine girdiler. Enformal sanat anlayışında  olanlar, strüktürler, tekstürler ve malzeme kırıklıklarının etkilerine değin yeni bir çok şeyi resme soktular. Bu sanat türünde her türlü  boya ve malzeme  denemeleri de yapılır. Lirik soyutlama anlayışı da enformal sanat içinde yer almaktadır.(Lekecilik)

TRAM: Matbaa dilinde kullanılan bir tür dokusal çalışmadır.  Baskısı yapılacak bir resim,zemin veya fonun farklı dokusallıklarda hazırlanmasına denir. Film olarak hazırlanıp istenilen renkler verilerek basılır.

AİR-BRUSH: Grafik sanatlarında kullanılan ve kompresörden faydalanılarak püskürtme tarzı renkli çalışmaya denir. Genellikle illüstrasyon çalışmalarında kullanılır. Bilgisayarla grafik tasarımında da programlar içinde kullanılır.

STORY-BOARD:  Reklamcılıkta öykü tablosu anlamında kullanılır. TV için reklam amacıyla hazırlanmış bir filmin ana hatlarıyla grafik tasarımını anlıyoruz. Reklam filminin çekilecek her karesinin  çizilip boyanması ile tasarlanır.

İTALİK:  Sağa eğik yazı anlamında kullanılır. Tipografik bir deyimdir.

EKSLİPRİZ:  Bir kimsenin isminin baş harflerini ilgili bir resimle birlikte düzenleyip sembolize etmektir. Bu semboller etiket olarak hazırlanır ve kişinin sahip olduğu kitap kapaklarının iç yüzüne konulur. Özgün baskı teknikleriyle basılır.

ANİMASYON: Resimlere hareket kazandırma sanatı. Çizgi filmler ve bazı reklam filmlerindeki hareketli yazı ve resimler.

AFİŞ: Bir ürün ,olay veya düşünce amacıyla yapılan,görsel öğelerle( yazı,resim) oluşan vitrin veya duvar resmi. En eski afiş tasarlayan sanatçı  lautrec ‘tir.

ARMA: Amblem anlamında da kullanılabilir. Bir kuruluş,isim veya firmanın şekilden oluşan simgesidir.

FLOMASTER: Keçe veya cam elyaf uçlu kalem.

FÜZEN: Söğüt ağacı dallarından yapılan ve desen çiziminde de kullanılan bir tür kömür.

KAVRAMSAL: Düşünerek anlaşılan,düşünerek algılanan.

MONOTOMİ: Tek düzelik.

OPTİK: Görsel etki.

ÖZGÜN: Orijinal,benzersiz,otantik.

PSİŞİK: İç tepkisel.

RAPİDO: Çini mürekkeple çizim yapılan sivri uçlu dolmakalem. Mimari çizimlerinde ve Grafik sanatlarında kullanılır.

SİNEMATOGRAFİ: Hareketli resimlerle görüntü sanatı.

SOMUT: Nesnel olarak varlığı algılanabilen.

SOYUT: Gözle görülüp algılanamayan ,hissedilen.

TİFDURUK: Çukur baskı yöntemidir. Gravürde olduğu gibi madeni plakaların kazınan ya da asitle yedirilen yerlerine doldurulan mürekkebi baskı yoluyla kağıt üzerine geçirme tekniğidir. Matbaacılıkta kullanılan ve çok iyi baskı sonucu alınan bir tekniktir.

AKRİLİK: Akrilik reçinesinden elde edilen sentetik bir boyadır. Yağlıboya yoğunluğunda , sulu boya  parlaklığında, çabuk kuruyabilen bir boyadır. Dış etkenlere yağlıboyadan daha dayanıklıdır.

ALTINKESİT: Plastik sanatlarda geçerliliği görülen bir ölçü oranıdır. Bir doğru parçası eşit olmayan öyle iki parçaya bölünmelidir ki, küçük parçanın büyük parçaya oranı, büyük parçanın tüm doğru parçasına eşit olsun. Yani: A:B= B : ( A+B )

ARABESK: Bir biri içine girip çıkan hat ve eğrilerin meydana getirdiği bir bezeme biçimi.

BAROK:  1600 ile 1750 yılları arasında Avrupada uygulanan bir sanat üslubudur. Barokta bütün formlar şişirilmiş ve çıkıntılar haline gelmekte ve yüzeyler girintili çıkıntılı biçimde düzenlenmektedir. Bu tarz önce mimaride, sonra heykelde görülmesine rağmen, barok eğilimi önce Michelangelo’ nun şişkin formlu heykellerinde gözlenmiştir. Heykelle mimari yapı, bir birine tamamen kaynaşmış durumdadır.

BORDÜR: Kapı ve pencere gibi mimari kısımların, panoların, halıların etrafını kuşatan çerçeve biçiminde, süslü ya da süssüz, düz ya da çıkıntılı, dar ve uzun parçalara denir.

DETAY: Bir bütünün en küçük parçaları, en ince noktaları, ayrıntı.

DİZAYN: Bu terim güzel sanatların bütün çeşitleriyle ilgilidir. Renkli ve çizgi resimde, renklerin, biçimlerin, düzenini ve dengesini anlatır.

EGZOTİZM: Yabancı ülkelere ve oralardaki yaşama olan hayranlıktır. Fransız klasizmi zamanında Fransa’da Doğu yaşamına olan ilgide görülür.

ESİN: Bir sanatçının aldığı izlenimlerle kafasında birden doğan son derece ilginç kişisel görüşlere denir.

ESTETİK: Güzelliğin insan aklı ve duyuları üzerindeki etkilerini konu alarak ele alınan felsefe dalı.

FANTEZI: Tasarım ve hayal demektir. Sanatçının fantazisi denince sanatçının tasarım ve hayal gücü anlaşılır.

FİGÜRATİF: Resim ve heykelde doğayı ve nesneyi biçim olarak gösteren eser. Son zamanlarda soyut sanatın ortaya çıkmasından sonra, eserde doğadan istifade edildiğini belli etmek için figüratif terimi kullanılarak sanatçının doğacı anlayışı açıklanmaktadır.

GELENEKSEL SANAT: Akademik sanat. Belli kurallara göre yapılmış eser.

GOTİK:  Ortaçağ sanatında bir üslup devresidir. Bu ismin ortaya çıkmasında italyan ressam Ghiberti  nin rolü olmuştur. Barbar sanatı olarak bilinen gotik daha çok mimaride uygulanmıştır. Fransız mimarisinde gotik üslubu rönesansa kadar sürmüştür.

HAT SANATI: Arap harflerini kullanarak yapılan ve resimsel bir estetik değer taşıyan yazı sanatıdır.

İDEALİZM: Hayali düşüncelere yani idelere göre eser yaratma görüşüdür. Eski yunan klasik dönem anlayışı. Descartes, Goethe ve Hegel idealist felsefesinin öncüleridir.

İLKEL SANAT ( Primitif  sanat): lkel kavimlerin  sanatı. Mimarilerinde ağaç, saz, balçık kullanılır. Resim yalnız eşya süslemelerinde kullanılır.

KAİDE:  Bir sütunun oturduğu alt kısım. Mermer kaide de denir.

KALİGRAFİ:  Güzel el yazısı demektir. Hattatların yazdıkları sanat yazılarına denir.

KAPALI  (klasik) KOMPOZİSYON: Resme alınan öğlerin tümünün, tablo sınırı içinde bırakıldığı kompozisyon türü.

KARTUŞ:  Etrafı  kabartmalı bitki motifleri ya da silmelerle çevrili kitabeliklere denir. Kartuşlar bilhassa barok mimarisinde sık sık kullanılmıştır. Bu kartuşların içine yazılar, sancaklar ya da amblemler resmedilir.

KIRIK RENK: Esas rengi biraz öldürülmüş renk.

KONSTRÜKTİVİZM: 1913 ‘ten sonra görülen ve saf geometrik biçimleri benimseyen resim anlayışıdır. Bu tarz özellikle çağımızın mimarlık ve grafik sanatlar alanında önemli çalışmalarada olanak sağlamıştır.

LAK: Bir tür vernik. İlk zamanlar lakın sadece siyah ve beyaz renkleri vardı. Sonraları altın ve gümüş rengine benzeyen tozların ilavesi ile yeni bir rengi elde edildi. Eğer 30-40 tabaka sürülürse kesilebilir tabakalar elde edilir. Lakı çinliler bulmuştur.

MİNİMAL SANAT: Bu kavram, 1965 ‘te Filozof  Richard  Wolheim tarafından ortaya atıldı ve Amerikan sanatı çevresi içinde soyut ekspresyonizme  ve Pop-Art’a bir tepki sonucu gelişti. Bu akımın öncülerine göre sorun plastik objeler yaratmaktır.

MİTOLOJİ: Bir milletin yarattığı ve inandığı efsanelerin tümüne verilen addır.

MODÜLASYON: Farklı renk değerleriyle bir birine bağlı geçişler. Cezanne ‘ nin resimlerinde mödülasyonu görmek mümkün.

MONOGRAFİ: Yalnız bir sanatçının hayat ve eserleri hakkında yazılmış kitaba denir.

MONOGRAM: Sanatçı isimlerinin başlangıç harflerine denir.

PANORAMA: Bir noktadan bütün çevrenin görünüşünü gösteren manzara resimlerine denir. 

PİTORESK RESİM: Boyanın kendi güzelliğinin görünüşüne önem vererek yapılmış doğa resmi.

PİYASA GRAFİĞİ: Ticare piyasa grafiği. Kimlik simgesi( ekslibris), afiş, endüstrinin gerek duyduğu kutu resimlemeleri yani ambalaj tasarımları, kitap ve dergi resimlemeleri ve kapak resimlemeleri gibi. İlk kez 19 yy.’ da piyasa (endüstri ) grafiğine ihtiyaç duyulmuştur. 1975’ lerden sonra ise bilgisayar grafiği önemli bir yer tutmuştur.

POLİKRAMİ: Çok renklilik.

RUTİN: Yaratmaya dayanmayan ve meleke haline gelmiş bir yetenekle yapılan çalışma.

SANGİN: Demir oksitli, kiremit renginde bir boyadır. Sangin kalem olarak ve sulu tarzda Rönesans ve Barokta kullanılmıştır.

STATİK: Sanat eserinde kuvvetlerin dengesi ile yapılmış eserlere statik eser denir.

TEZYİNAT: Süsleme, bezeme sanatı.

TURKUAZ: Türk mavisi anlamına gelen turkuaz rengi yeşile çalan açık bir mavidir. Türk çinilerinde kullanılmıştır.

MODERNİZM: Çadaş anlayışa uyarak bilinen teknikler içinde sanat yapma görüşü ve mesleği, çağcılık. Modernizm, bu nedenle bir diğer anlamda yaratıcılıktan uzaklaşmayı, akademileşmiş modern anlayışı da ifade eder.

 

 

Yorum bırakın

Filed under Uncategorized

GÜZEL SANATLAR FAKÜLTELERİNE GİRECEK..

BİR  ÖĞRENCİDE BULUNMASI GEREKEN ÖZELLİKLER…

Kompozisyonda en önemli ayrıcalık, farklı düşünebilmektir. Bu ayrıcalık, kişinin yeteneğine ve becerisine göre değişir. Sanatçının diğer insanlardan farkı, yorum zenginliğidir. Eğer öğrenci yorum yönünden zayıfsa, en azından olaya farklı bakabilmelidir. Nereye değil, nereden baktığını fark ettirebilmelidir. Örneğin, olaya yukarıdan, aşağıdan veya bir balığın, böceğin gözünden ya da resmin içinde bulunan herhangi bir insan yahut hayvanın gözünden bakabildiğini göstermelidir.

Bir diğer unsur kurgu yerleştirmesidir. Çizilecek konuyu, kağıda iyi yerleştirmeniz, resmin nereden başlayıp, nerede bittiğini iyi anlatmanız gerekir. Seyircinin gözünü resmin içerisinde gezdirerek, seyirciyi resmin bir bölgesine sabitlemeliyiz. seyirciyle kontakt kurabilmenin sırrı, figürleri resme doğru yerleştirmekle mümkündür.

Resimde önemli olan diğer konu da, etki ve tepkilerdir. Bu husus kontrastlarla da ilgilidir. figürlerin birbirleriyle ilişkilerini içerir. Tek figüre hakim olmaktan öte; birçok figürü birbiriyle kaynaştırıp konuyla uyuşmasını gerçekleştirir.

KOMPOZİSYONLARDA DİKKAT EDİLECEK UNSURLAR

Kompozisyon kurallarını çevreleyen, resmimize estetik değerler kazandırabilecek yardımcı unsurlar şunlardır:

1. HAREKET DEĞİŞİKLİĞİ: Bir hareket ve fikrin hakimiyetinin belirginleştirilmesi.

2. ELEMANLARIN DEĞİŞİKLİĞİ: Şekillerin farkının ortaya çıkarılması.

3. ÇİZGİ DEĞİŞİKLİĞİ: Doğru, eğri değişikliği ve bunlardan birinin ritminin vurgulanması.

4. ŞEKİLLERİN DEĞİŞİKLİĞİ: Üçken kare ve yuvarlak değişikliği ve bunların birinin hakimiyetinin belirtilmesi.

5. ALANLAR: Büyük küçük değişikliği ve bunlardan birinin hakimiyetinin belirginleştirilmesi

6. YÖNLER: Yatay dikey hareketlenme ve bir direksiyon hakimiyetinin açığa çıkartılması.

7. DEĞERLER: Açık koyu değişikliği ve bunlardan birinin hakimiyetinin belirtilmesi.

Bu unsurlar, kompozisyonda tam anlamıyla birinin diğerine baskın olması bakımından kontrast oluşturur ve uyumsuzluğa uyum yüklememizi sağlar.

Kısacası, çizdiğimiz resimde;

1. Nesneleri birbirinden ayırırız.

2 Resimde vurgulamak istediğimiz yeri, seyircinin görmesini sağlarız.

3. Nesneyi açık ve koyu tonların kullanımıyla daha çarpıcı gösteririz. Böylece resmimizdeki nesne daha iyi anlatılır, biz de nesneyi daha iyi kavrarız.

4. Kişinin kendi tarzını sunmasını kendine ait dokusal özelliğiyle ortaya koymasını sağlarız.

RİTM: Birbirini izleyen ve tekrarlayan farklılıkların akıcılık sağlayabilmesidir. Eğer tekrarlar birbirinin aynısı ise, şekil tam olarak gözümüze rahatsızlık ve verebilir ve resmimiz monotonlaşır.

HAREKET: Resim, bir şekilde temanın odak noktasıdır. Seyirciye vermek istediğimiz mesajı taşıyan nesnelerin fonksiyon birliğinin bulunduğu yerdir. Yani resmin ana eksenidir. Genellikle resim, soldan ve aşağıdan başlar. Resmin ana ekseni de sol ve alt taraflarda oluşur. Ama bu bir kural değildir. Bu ana ekseni, seyircinin dikkatini yoğunlaştırmak için koyu ve açıklar kullanarak oluşturmalıyız.

PERSPEKTİF: Derinlik diyebiliriz. Renk ve çizgi perspektifi olarak ele almalıyız. Perspektif, aynı düzlem üzerinde bulunan nesnelerin bakış noktasına olan uzaklığına göre: gerçek boyutluluk ve gerçek renklerinden daha büyük, daha koyu, daha küçüak ve daha açık görünmesidir.

Siyah beyaz çerçevesi içerisinde figürleri tonlayarak; yakındaki figürleri koyu ve büyük, uzaktakileri küçük gri ve kağıdın beyazlığını arayacak şekilde boyamak suretiyle perspektifi oluşturabiliriz. Mekanın açık alan ya da ufuk çizgisinin vurgulanması ile resimde derinlik sağlanmış olur.

AÇIK KOYU: Değerlerin derecelendirmesidir. Koyu ve açığa giden değerler sonsuzdur. Nesne hangi renkte olursa olsun, mutlaka üzerinde koyu ve açık tonlar vardır. Koyu ve açık tonların resmimize katkıları fazladır.

BOŞLUK DOLULUK: Resimde boşluk ve doluluğu birbirine göre dengelemeliyiz.

DENGE: Resimde figürlerin birbiriyle ilişkisi ve yer çekimiyle bağlantısıdır.

BİRLİK BÜTÜNLÜK: Figürlerin birbiriyle iletişimi ve etki-tepki uyumuna denir. Uyumsuzluklarda uyumu denemek mümkündür.

DOKU: Her nesnenin kendine ait özelliği ve fonksiyonu yani nesnenin kendine özgü doğal eylemi vardır. Resmin seyirciye çok yakın olduğu yerde kullanılan nesne veya figürlerle onların fonksiyonu ve dokusunu açığa çıkartmalıyız. Estetik görünümü ve iyi bir kompozisyon kurgusu olsada uzaktaki figürün dokusal özelliklerine girmeyiz. Sadece hareketi verir belirgin özellikleri çizeriz.

EKONOMİ: Sade ve öz anlatım diyebileceğimiz resimdeki ekonomi unsuru; yaptığımız resimlerle şiir gibi verilmek istenen mesajın en etkili ve en kısa yoldan anlatımıdır.

Görüldüğü üzere resimde kullanmaya çalıştığınız bütün kurallar, bir bütünün parçaları şeklinde olup, hepsi içerik olarak aynı olsalar bile, birbirini tamamlayan unsurlardır.

* Nurşen Görşen

Yorum bırakın

07/11/2013 · 08:29

TEMEL SANAT EĞİTİMİ

Doğru çizim tekniklerini öğrenerek, doğru görüş geliştirmeniz için Temel Sanat Eğitimi derslerinden bazı başlıkları bu sayfada bulabilirsiniz:

Temel  resim / ders programı yetenek sınavlarının genel uygulanış yöntemi gözetilerek, sanat alanına yönelik tüm okulların sınav sistemlerine göre yapılır. Bu amaçla, öğrencilerimizi sınavlara hazırlarken Görsel Algıya dayalı Desen, İmgesel, Renk Bilgisi ve çalışmaları ile seçtikleri özel bölümler için dersler verilir ve başarı hedeflenir.

 GSF Hazırlık Kursu ve Temel Sanat Eğitimi Programı:

Temel Sanat Eğitimi:

Algı Eğitimi ve gelişimi- Görmeyi öğrenmek: BAKMAK, GÖRMEK, ANLAMAK ve ÇİZMEK şeklindedir.

I -Resim Yaparken Dikkat Edilmesi Gerekenler:

Oturuş, duruş ve kağıdın yerleşimi

Kalem tutuş şekilleri

Çizim yaparken el, kol ve omuz eklem hareketler İzlerin takibi ve gözlemleme,

Eğimlerin ve açıların kontrolü

El ve göz alışkanlığı kazandıracak kompozisyon ve çalışmalar,

-Çizgi-doku, Işık-gölge, leke-doku, kompozisyon bilgisi:

-Çizgi, leke kavramı ve çalışmaları

– Kompozisyon bilgisi

– Desen Bilgisi

– Çizgisel çalışmalarda basit Perspektif bilgisi, obje veya modelin zeminle ilişkisi.

– Obje kompozisyonları

– Doku çalışmaları

– Anatomi çalışmaları (modelden)

– Anatomi çalışmaları (ustaların çizimlerinden)

 İç ve dış mekan çizimleri- Gelişiş Perspektif

– Figüratif İmgesel Tasarımlar

– Mekansal İmgesel Tasarımlar

II- Çizimde Doğruluğun Sağlanması – Yöntemler:

Anatomik oranlar

Eğim kontrolü

Siluet karşılaştırması

Oran haritasının yapılıp yapılmadığı

Kadraj seçimi

Resimdeki derinlik, üçüncü boyutun ifadesi

Perspektif bilgileri

Espas

Rakursi

Desen Çalışmaları

Çizgisel desenler

Lekesel desenler

Tek Obje Çizimleri

-Simetrik formlu objelerin çizimleri (vazo, masa vb..)

-Asimetrik formlu objelerin çizimleri (meyva, örtü vb..)

Çizimde Direksiyonlarla Konstruksiyon Hazırlanması

Figür çizimi

Figür eskizi-krokiler

Portre çizimi

Kumaş (drape) çalışmaları

Resimde Kompozisyon Çalışmaları

Modelden kompozisyon çalışmaları ve bilgiler

Hayalden kompozisyon çalışmaları ve bilgiler

Lekesel desen çalışmaları

Özel ışıklandırılmış objelerde Işık ve gölge araştırmaları

Obje kompozisyonlarda lekesel çalışmalar

Figür kompozisyonlarda lekesel çalışmalar

Geometrik altyapı araştırmaları

Varlıkların üç boyutlu (hacimsel) doğru olarak ortaya çıkarmak ve ışık gölgeyi doğru kullanabilmek için yapılan araştırmalar.

Renk bilgileri, Armoni ve çeşitleri…

*Alıntıdır.

III- Sanat tarihi görsel anlatımlar…

Yorum bırakın

Filed under Uncategorized

KAĞIT EBATLARI / BOYUTLARI

KAĞIT BOYUTLARI

Yorum bırakın

04/11/2013 · 17:07

GÖRSEL KİMLİK TASARIM…

Bir kurum yada firmanın görsel kimliği, kapsamlı bir tasarım programı gerektirir. Birçok reklam kampanyası; ürün ya da hizmet tanıtmaktan çok, üretici firmanın kimliğini ön plana çıkartmayı hedefler. Bu tür tanıtım kampanyalarına “Kurumsal Reklamcılık” (Corporate Advertising ) adı verilir. Kurumun kendisim nasıl tanımladığından ve kurumla ilgili kavramlardan yola çıkarak, görsel kimliğinin tasarlanması amaçlanır.

Görsel kimlik tasarımında müşterilerin yanı sıra, kurum çalışanları da göz önüne alınır. Böyle bir tasarım programı; yatırımcı ve ortaklan bilgilendirir, tüketiciyi eğitir. Ürün ya da hizmetin yanı sıra, bu ürün yada hizmeti üreten kurumun da ulusal ve uluslararası düzeyde tanıtılması gerekir. Günümüzde birçok kuruluş, tanınmamanın getirdiği belirsizlikten kurtularak, hedef kitleye algılanabilir bir kurumsal strateji sunma çabası içine girmiştir.

Görse! kimlik oluşturulduktan sonra, süreklilik sağlamak amacıyla kurum yapısında, ürün ve hizmetlerde de değişime gidilebilir. Kurumlar için görsel kimlik tasannu, 70’li yıllardan sonra yaygınlık kazanmış, bu konu üzerinde uzmanlaşan tasarım stüdyoları kurulmuştur.

Görsel kimlik programları; antetli kağıt, zarf, kartvizit, dosya, fatura gibi ticari kağıtlara, basın ilanlarına, ambalaj tasarımlarına, mimari ve taşıyıcı araçlara ve iş önlüklerine uyulması zorunlu biçimsel standartlar getirmeyi amaçlar. Tasarım standartlarının yayılması ve sistemleşebilmesi için, her görsel kimlik programı bir kitap haline getirilir. Bu kitaplarda şirketin ihtiyaçtan ve bu projeye ayrılan bütçe belirtildikten sonra; amblem, logo, renk ve tipografi üzerine bilgiler, ölçüler ve kullanım biçimleri açıklanır. Amaç; bütün tasarım unsurları arasında eşgüdüm sağlamak ve kurum sağlamak ve kurum hakkında olumlu ve akılda kalıcı bir izlenim yaratabilmektir.

*Alıntıdır.

GÖRSEL KİMLİK EL KİTABI

Görsel kimlik programı hazırlandıktan sonra, tasarımcının grafik uygulamalar üzerindeki denetimi sona erer. Şirket üst yönetimi yeni görsel kimliği coşkuyla karşılayıp kullanmaya hazırlanırken, bu coşku; alt kademelere inildikçe azalır. Stoklar bitinceye kadar eski basılı ve görsel malzemenin kullanımına devam edilir.

Yeni görsel kimliğe geçiş sürecini hızlandırmak için, tasarımın kavramsal yapısı ve amacı; bütün bölüm yöneticilerine ve bu projeyle yakından ilgili personele dağıtılacak bir el kitabında açıklanmalıdır. Ticari bir mektubun görünümünde; alt kademedeki daktilografin sorumluluğu, yöneticisinden daha fazladır. Bu nedenle; hazırlanan el kitabı, şirketin bütün kademelerine dağıtılmalıdır.

Büyük kurumlar için hazırlanan el kitapları çok kapsamlıdır. Yazı karakterleri, amblem, fotoğraf gibi unsurların nerede ve nasıl kullanılacağı bu kitaplarda ayrıntılı olarak açıklanır.

Bir görsel kimlik el kitabı aşağıdaki bölümlerden oluşur:

  1. Kimlik değişikliğinin hangi nedenlerle yapıldığım açıklayan genel bir giriş yazısıdır.
  2. Yeni antetli kağıt, zarf, kartvizit, tebrik kartı, fatura, sevk irsaliyesi gibi yazılı belge tasarımlarını yer aldığı bölüm.
  3. Kurumun bütün yazılı ve ticari belgelerinde, reklam ve duyurularında kullanılacak tipografik karakterin değişik boyut ve et kalınlıklarında çeşitlemelerin yer aldığı bölüm.
  4. Antetli kağıdın yeni tasannu üzerine – öngörüldüğü biçimde – daktilo edilmiş bir mektup örneği. Bu örnekte; paragraflar arsında bırakılacak boşlukların, satır uzunluklarının, gönderici adı, imzası, tarih ve diğer bilgilerin standart ölçü ve yerleri gösterilir. El kitabı, kurumun yanı sıra, reklam ajansı ve tasarım stüdyolarına da rehberlik etmeli ve yukarıdakilere ek olarak şu bölümleri de içermelidir:
  5. Amblem ya da logonun değişik boyutlarda siyah-beyaz örnekleri.
  6. Kurumun basılı işlerinde standart renkler. ( Bu renklerin hem özel karışım, hem de dört renkli baskı tekniğine uyacak kod, formül ve yüzdeleri belirtilmelidir.)
  7. Yazı grubunu amblem ya da logo ile değişik boyutlarda kullanımını gösteren bölüm. (Bu bölüm, kendi bünyesinde tasarım birimi olmayan kurumlar için gereklidir.)
  8. Amblem, logo ve yazı grubunun iç ve dış mekanlarda kullanımını gösteren bölüm.
  9. Yeni tasarımın taşıyıcı araç ve iş gömlekleri üzerindeki uygulamalarını ve fuar ve çeşitli sergilerde kullanılacak grafik sistemleri içeren bölüm.
  10. Afiş, broşür ve basın ilanlarında kurumsal kimliğin kullanışı üzerine bilgi ve örnekler.

Görsel kimlik tasannu, kurumların gelecekteki ihtiyaçlarına yanıt verebilecek esnek bir yapıya sahip olmalıdır.

 *Alıntıdır.

Yorum bırakın

Filed under Uncategorized

AMBLEM / LOGO

Bir kurumun, bir ürünün ya da bir hizmetin yapısını ve niteliklerini tanımlamak üzere tasarlanan görsel simge. Harf, biçim, motif ya da soyut bir simge gibi çeşitli biçimlerde oluşabilen amblemin tasarlanmasındaki karakteristik yan biçimlendirilirken soyutlanmasıdır. Bir amblem tasarlanırken dikkat edilmesi gereken en önemli özellikler, amblemin içeriği doğru yansıtması, yer alacağı ortamlara uyum gösterebilmesi, benzerlerinden farklı olması, uzun yıllar etkisini kaybetmeyecek çağdaş bir anlatımı olması, güven uyandırması, kullanışlı olması ve en önemlisi akılda kolayca yer edebilmesidir. Tasarlanmış bir amblemin başarısı, konuşma dilinden bağımsız olarak ve açıklamaya gerek kalmadan anlaşılması, kolay tanınabilir ve anımsanabilir olması gibi çeşitli etmenlere bağlıdır. Bir amblem bu nitelikleriyle uluslar arası boyutlarda anlaşabilme özelliğine sahiptir.

Karakteristik niteliklerine göre amblemler :

  1. Ticari amblemler
  2. Hizmet amblemi
  3. Kalite damgası                             
  4. Simgesel amblem
  5. Simgeler, olarak beşe ayrılırlar.

Ticari amblem; harf, biçim, motif ya da simgeden oluşup, ürünle birlikte kullanılırken, hizmet amblemi; banka, posta idaresi gibi hizmet veren kuruluşlar tarafından kullanılır. Kalite damgalan ise yalnızca devlet izniyle kullanılan amblemlerdir. Kuruluşa kurumsal bir kimlik kazandırmak ve ürünlerin tek kaynaktan çıktığını belirtmek için hazırlanan amblemler simgesel amblemleri oluşturur. Simgeler kentlerin ya da bir birlik oluşturmuş toplulukların kimliklerini simgelemek vb. için hazırlanan soyutlamalardır. Amblemler görsel anlatım açısından değerlendirildiğinden harflerden, kuruluş hakkında bir imaj veren biçimden,harf ve resimsel biçimin birlikte kullanıldığı soyut motiflerden olmak üzere, yerine göre çeşitli biçimlerde tasarlanır.

Amblem kavramı insanlık tarihinin ilk zamanlarına kadar uzanan bir süreç boyunca var olagelmiş ve çeşitli gelişmelere uğrayarak günümüzdeki biçimini almıştır. Tarihin ilk dönemlerinde simgesel nitelikte işaretler biçiminde ortaya çıkan örnekler, ilk önceleri mağara duvarına çizilmiş olan hayvan resimleri olarak, daha sonraları Mısır uygarlığında hiyeroglif, Mezopotamya da çivi yazısı ve damgalar biçiminde, çeşitli amaçlar için kullanılmıştır. MÖ 5-4. bin yıllarda Akdeniz çevresinde ki ticaretin gelişmesine paralel olarak tanıtıcı işaret kullanımının yaygınlaşmasıyla Mısır mezarlarında ve Yunanistan’da Korinthos çevresindeki sanat yapıtlarında bazı simgeler yer almaya başlamıştır. Bu semboller, an, aslan başı gibi biçimlerden meydana geldiği gibi geometrik biçimler içine yerleştirilmiş üretici adlarından oluşan örneklere de rastlanmıştır. 12.yy da Ortaçağ Avrupa’sındaki toplumsal gelişmeler, özellikle Bati Avrupa’da ticaret yaşamının yoğunluk kazanması, üreticiyle ticaret adamının ayırt edilmesini gerekli kûmca, tanıtıcı işaret kullanımı gündeme gelmiş ve yaygınlık kazanmıştır. Öte yandan ürünlerin deniz yoluyla taşınması sırasında meydana gelen kazalar ve korsan baskınlarından tekrar tanınabilmesi için aynı zamanda ürüne bir kimlik ve prestij kazandırmak gibi tecimsel kaygılar tanıtıcı işaret kullanma gereksiniminin doğmasında önemli etkenler olmuştur. Bu dönemde ticari belgelere amblemler konmuş ve büyük tüccarlar kendi işaretlerini kullanmışlardır.

14.yy da Avrupa’da lonca sisteminin ortaya çıkması, 15.yy da ise yaygınlaşmaya başlayan yayın evleri tanıtım işaretlerinin gelişmesinde etkili olmuşlardır. Lonca sisteminde tanıtım işaretleri, taklit edilme ve kalitesiz mallara karşı, kullanımı zorunlu bir garanti belgesi haline gelince, ürünün nitelik, standart, üretim tekniği gibi özelliklerini yansıtan bir işlev üstlenmişlerdir.

15.yy in ikinci yarısına kadar kitaplarda yayın evi amblemlerine rastlanmazken, bu dönemden başlayarak hemen tüm yayınlarda yayın evi işareti yer almıştır. 1457’de ilk kez bir kitapta kullanıldıktan sonra yaygınlaşan yayın evi işaretleri daha sonraları yayınevleri için tanıtım işaretlerinin kullanılmaya başlamasında önemli rol oynamış, endüstrileşmeyle ortaya çıkan birçok kuruluşa da öncülük etmişlerdir. 18.yy da deniz taşımacılığı alanında gemicilik kuruluşlarının çoğalmasıyla, amblemler yelkenlere işlenerek, taşman yükü tanıtma, geminin hangi ticaret kuruluşuna ait olduğunu belirleme işlevini üstlenmişlerdir. Bu amblemler giderek çeşitlenmiş, yaygınlaşmış, günümüzde bir üreticinin, bir kuruluşun simgesi olarak her alanda kullanılmaya başlanmıştır.

*Alıntıdır.

Yorum bırakın

Filed under Uncategorized